gundem

ABD seçimleri, Cumhuriyetçiler ve Türkiye

Harun Reşit Aydın




Önceki yazımda sizlere bu yıl gerçekleşecek ABD seçimleri ile alakalı, Demokrat adayları kısaca tanıtarak, Türkiye ve dünya ile ilişkileri nasıl olacağını anlatmaya çalışmıştım. Cumhuriyetçilerde ise, Ron de Santis’in adaylıktan çekilmesiyle beraber, artık sadece iki kesin aday kalmış gözüküyor. Dolayısıyla yorumlarımı bu iki aday etrafında sizler için şekillendirmeye çalışacağım.

Demokrat adaylar arasında bilinen Biden haricinde, diğer adayların ciddi bir monotonluğu ve son birkaç yıldaki ilişkilerimizden pek ileriye ya da geriye götürecek özellikleri mevcut değildi. Ancak kesinleşen iki Cumhuriyetçi adaya bakınca, sadece bizim için değil, dünya konjonktürü için çok dengesiz gerçekleri beraberinde getirecekleri yadsınamaz bir durum.

Donald Trump’ı zaten önceki dönemi olan 2016-2020’den yakinen tanıyoruz.  ABD’yi bir nevi kendi şirketi gibi yöneten, bırakın dönemsel olarak ufak değişiklikler yapmayı, aynı gün içerisinde aynı konular hakkında bile farklı fikirler ve davranışlar sergileyen, pek ön görülemez birisi olduğunu hep beraber acısıyla, tatlısıyla yaşadık. 

Dünya siyasetinde kendisini sorun çözücü, herkesin ihtiyacı olan bir kişilik olarak lanse eden Trump, dünyanın süper gücünü yönettiği dönemde, bir çok konuya el atmasına rağmen, tweet atmaktan, büyük konuşmaktan ve konuştuklarını sürekli revize etmekten başka bir yeteneği olmadığını anlatmama gerek yok. Önce Çin’e yeni ekonomik tarifeler uygulayan, ‘’Çin virüsü’’ diye adlandırdığı Corona virüs döneminde ırkçılıkla suçlanan eski başkan, daha sonra Xi Jinping ile görüşmelerinde gayet arkadaş canlısı tavırları ile, gerçekte ne hedeflediği belli olmamıştır. 

Aynı şekilde Kuzey Kore liderini füzelerle tehdit etmiş, ardından barış görüşmeleri için uzun yıllar sonra ilk kez bir ABD başkanı olarak kendisi ile görüşüp el sıkışmış, Kim Jong Un hakkında övücü sözler sarf etmiş, ama konu bir çözüm ya da kalıcı barışa gelince, hiçbir mesafe kat edememiştir. Ortadoğu barış sürecini konuşmamıza bile gerek yok, damadı tarafından hayata geçirilen Abraham Accords anlaşmalarının, sonrasında nasıl gerçek dışı bir zorlama ile meydana getirildiği, son Israil-Filistin çatışması ile gözler önüne serilmiştir. 

Yukarıdaki örnekleri çoğaltabiliriz, ancak birbirine benzer kopya haline gelmiş ve ergen davranış semptomlarını bu yaşına kadar atamamış, egosantrik karakteri olan Trump’ın bu yönünü ne kadar anlatsak bitiremeyiz. Ve ne yazıktır ki, bunların tamamını sadece tek dönemlik idaresinde gerçekleştirmeyi başarabilmiştir. 

Kendisinin tek başarısı ya da pozitif özelliği olarak algılanan ve genelde ABD dışında bazı fan grupları ile liderler arasında fazlasıyla sevilen tarafı, iş dünyası olarak gördüğü jeopolitik iklimi, pazarlıklar üzerinden değerlendirerek, sürekli bir al-ver işlemine girmeyi sevmesi, kendi başına kurumları ve hükumeti aşarak, kararlar almaya çalışmasıdır. 

Ancak bu aynı zamanda da bana göre en tehlikeli tarafıdır. Çünkü dengesiz ve fevri kişiliği karşısında ABD kurumlarının direnmesi, hatta önceki dönemde beraber çalıştığı insanların bile kendisine karşı gelmesi, işini zorlaştırması, Trump’ı bir bukalemon gibi renk değiştirmeye itiyor. Zorlu kilitleri açacak ne bilgi ne de deneyimi olup, genelde ilk zoru gördüğü zaman bahane bularak ortadan kaybolan, elinden çikolatası alınmış bir çocuğa dönüşüyor.  

Türkiye’nin kendisi ile yaşadığı sorunlarda aynen bu minvalde gerçekleşti. 

Önce Rahip Brunson için bize tehditler savurduğu, bugün bile zararını halen çektiğimiz piyasa spekülasyonlarına yol açan ekonomik tehdidi, dünyada değerli/dengeli para birimleri arasında görülen TL’nin bir nevi çöküşüne sebep olmuştu. Aynı adam, Brunson gönderildikten sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yakın ilişkisi ve dostluğundan bahsederken, sanki tarihin en kötü ABD-Türkiye ilişkileri seviyesine getiren kişinin, kendisi olmadığına bizi ikna etmeye çalışıyordu.

F-35’lerin bizim elimizden alınmasından sonra, bunun haksız olduğunu belirtip, Patriot tezimizi anlattıktan bir yıl sonra, giderayak CAATSA ambargosunu da yine kendisi bizzat imzalamıştı. Suriye operasyonuna önce yeşil ışık yakan, biz operasyona başladıktan sonra kongreden ve kendi hükümet üyelerinden yediği azar sonrası çark edip, sadece birkaç saat sonra, bize tehditler savuran, Johnson mektubundan beri görülmemiş, hatta ondan daha ağır hakaret ve tehditler içeren mektubu Cumhurbaşkanımıza gönderen, aynı zamanda bunu sergiye açan da, yine Trump’tan başkası değildi.

Onun için, bizim ülkemizde bu abartılı ‘’Trump sevdasını’’ ben çok anlamış değilim. ‘’Trump olsaydı..’’ diye başlayan cümleleri sarf eden insanlar, maalesef aslında olan değil de, olmamış ve Trump’ın bir hayal ürünü olarak anlattığı hikayelere inanmış insanlardan ibaret olduğunu anlamak, ufacık bir zeka parıltısı gösteren herkes için malum olması gerekir.

Burada konu Demokratların iyi olduğundan, ya da bize az düşman davrandıklarından değil. Trump’ın kişilik sorunundan kaynaklanan politik riskler ile beraber, Cumhuriyetçilerin ‘’Cowboy tavırları’’, Demokratlara nazaran, endirek zararlar yerine, direk olarak bir ülkeyi etkileyebilmesi ve bunların çok pazarlıklarla halledilebilecek konular olmadığıdır. Nitekim Demokratlar döneminde meydana getirilmiş sözde Işid koalisyon içinde yer alan ‘’PKK’’ unsurları, Trump döneminde de aynen desteğini almaya devam etmiş ve hatta bazı Trump yetkilileri tarafından kırmızı halı ile ağırlanmıştır, bunların da asla unutulmaması gerekir.

Ayrıca konu sadece Trump’ın kendisi olsa, bir orta yolda anlaşabilmek mümkün olsa da, etrafında daha önce de şekillenmiş ve muhtemelen yine gelecek olan, Cumhuriyetçi kanadın en fanatik ve radikal Evanjelist kitlesidir. Mike Pompeo gibi, Mike Pence gibi, gerek Ortadoğu, gerek Müslüman dünyası ile ilgili hastalıklı fikirleri biraz okumuş, görmüş, tecrübe etmiş herkes artık biliyor ve farkına varmıştır. Onun için ‘’Trump gelecek, her şey güzel olacak’’ düşüncesi sakıncalı bir fikir olmakla beraber, fazlaca optimist tavırlar içermektedir. 

 

Ancak, asıl sorun artık sadece Trump değil. Cumhuriyetçi adaylar arasında daha kısa zaman öncesine kadar var olan Ron De Santis olsa, biraz daha rasyonel tavırlar, (her ne kadar aynı aşırı sağ fikirlere sahip olsa da), siyasi tecrübesi Trump’a nazaran daha ileri ve yönetim şekli olarak merkezi noktada duran bir adayın yarıştan çekilmesidir.

Trump ile ilgili bir çok dava halen devam ederken ve henüz Başkan adayı olup olmayacağı belli olmayan birisinin, yarın bir gün gelecek bir aleyhte karar ile sistemden çıkması demek, tek rakibi olarak kalmış, Nikki Haley’i otomatik olarak Beyaz Saray’a götürebilir. 

Işte tam bu noktada işler bizim adımıza ve genel olarak dünya için karışıyor..

Çünkü bu hanımefendi, zehirli bir oktan başka bir şey değil. Trump’ın bilgisizliğini eleştirirken, Nikki’nin gerek ABD, gerekse de dünyanın geneli ile ilgili neredeyse hiçbir düzgün bilgisinin olmaması, bir de üstelik tam şahin kanatta yer alarak, ‘’Bush’’ tipi çözümlere yönelme isteği, hepimizi tedirgin etmesi gereken bir husustur. Nikki, Trump’ın dengesizliğinin ötesinde tehlike arz eden bir durumdur. 

Maalesef bu seviyede olan birisinin, Trump döneminde ayrıca hak etmediği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ABD’yi temsil etmesi ayrıca konuşulması gereken bir ironidir. Bu görevi ifa ederken, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Bush ve Irak işgali ile ilgili davayı gündemine almak istediğinde, mahkeme hakimlerinin vizelerini iptal etmek, mahkemenin parasını kesmek, hatta aleyhlerinde ABD adına bir arama kararı çıkartmak gibi, aptalca, uluslararası hukuktan uzak tehditlerde bulunması, son yıllarda yaşanmış en garabet dış politika olaylarından birisiydi.

Trump’ın önünü açtığı Türkiye’nin Suriye operasyonu döneminde, sarf ettiği katıksız Türkiye düşmanı sözleri, ambargo tehditleri, kendisinin YPG gibi bir terör örgütünün ABD’deki lobi gruplarına olan yakınlığı ve bu militanları Türkiye’ye alternatif ortak olarak görmesi, yarın başkan olduğunda, başımıza bugünden çok daha fazla bela getireceğinin açık işaretleridir.

Haley’in daha geçenlerde bir seçmenin ‘’ABD iç savaşının sebebini’’ sormasına karşılık, cevabı bilememesi, Trump’ın Corona döneminde, virüsten korunmak için dezenfektan vurulmasının faydalı olabileceği iddiasından çok da farklı bir cahillik noktası değil. Böyle bir çerçevede, Cumhuriyetçi iki adayın ve partisinin geldiği seviyeyi görmeniz açısından umarım yukarıda belirttiğim hususlar, ilişkilerimizin nereye doğru evrileceği ihtimalini göstermiştir.

Sonuç yorumu: 

Tüm bu gerçekler ışığında, Cumhuriyetçilerin önümüze koyduğu bir deli ve bir zehir adayın yapacağı ön görülemez fevri davranışlara kapı aralamaktansa, Biden yönetimi gibi, bize karşı mesafeli, soğuk, zaman zaman kaotik ve beceriksiz yönetimini, iki taraf için ileride daha düzgün adaylar çıkana kadar, bir dönem daha Türkiye adına tercih ederim. 

En azından, bu hükumetin Türkiye karşıtlığı olsa da, Demokratları, genel olarak tavrı olan ilmi siyasetin ön plana çıktığı, daha kolay kontrol edilebildiği ve pazarlık yapılabildiği sebebinden ötürü, her an bir nükleer düğmeye basma kabiliyeti olan, petrol veya para için, ne zaman savaş açacağı belli olmayan Nikki’ye, Donald gibi dengesiz, güvenilmez bir siyasetçiye tercih etmek, iki kötü Türkiye düşmanı grup arasından, en az kötüyü seçmek olarak görüyorum.

Asıl gönlümden geçen, tabii ki Demokratların diğer adayları arasından birisinin sıyrılarak seçilmesidir. Ancak Demokratların pek Biden inadı kırılmayacak gibi gözüküyor. Bu durumda başka aksilikler çıkmazsa, Başkan ya Biden olacak, ya da son dönemdeki anketlerin gösterdiği gibi, Trump veya Nikki tarafından evine gönderilecek. Şu an size ancak muhtemeller üzerinden bir yorum yapabiliyorum. Sonunda kim kazanır, belli olmaz. Elbette, günün sonunda, bu tercihi Amerikan halkı yapacaktır ve umarım kendileri ve dünya için en doğru olan adayı seçerler. Türkiye için de, ABD ilişkilerinde, sorunlu olan dönemi inşallah geride bırakırız!

Harun Reşit Aydın

2024-02-02 Harun Reşit Aydın

Türkler ölüyor

30 yıl önceydi. Çocuktum. Dün gibi dehşeti hatırlıyorum. Televiyzon başında Almanca okunan haber bugün bile kulaklarımda çınlıyor: ‘’Nie wieder’’ (Bir daha asla) diyordu muhabir. Bir daha asla. Ders alındı zannediyordum. Bir daha asla yabancı düşmanlığı yapılmayacaktı, bir daha yuvalar yakılmayacak,...

Harun Reşit Aydın 2024-04-07