2010-2020 arası yaşanan türbulanslı Türkiye-ABD ilişkileri; daha ne kadar dip yapabilir derken,
2020’den itibaren Biden yönetimi ile iki ülkenin 100 yılı aşan ilişkisinde galiba en soğuk dönemini yaşadı. Belki de önümüzdeki yıl, 2024 seçimlerinde bu soğukluk son bulacak. Buradaki ‘’son’’ kastı elbette Biden yönetimi açısından diyorum, çünkü eğer değişirse, ABD son yıllarda ürettiği jepolitik akıl ile ne kadar bizimle ileri gidebilir, bu büyük bir soru işareti.
Ancak aramızda son 20 yıldır yaşanan bütün meseleler; Tezkere krizi, Çuval rezilliği, Suriye ve Arap baharı politikası, S-400 restleşmesi, YPG’nin silahlandırılması, 15 Temmuz Fetö darbe girişimi, Caatsa ile gelen F-35 ambargosu ve sonunda F-16 siparişimizin bloke edilmesine kadar gelen süreçleri izlediğimde, maalesef ülkemizin büyük çoğunluğu Amerika’nın iç düzeni ve mekanizmalarını cok iyi bilmemektedir. Hoş, Amerikalıların da bizi genel itibari ile çok bildiği söylenemez, öyle olsaydı, bugünlere gelmezdik zaten.
Dolayısı ile, size aslında bizim için çokta önemsiz olmayan ve bir şekilde mutlaka Türkiye’nin iç ve dış politikasının gidişatında etkisi olan, Amerikan yönetiminin önümüzdeki yıl gerçekleşecek seçimleri ile ilgili fikirlerimi paylaşmak isterim. Biden yönetimi ile artık yavaştan 4 yıllık dönemi bitirmeye doğru evrilirken, ABD’de yaşanan siyasi kaosun, aslında bizim 2023 seçimlerine giderken ki halimizden çok farkı yok, hatta daha da kutuplaşmış diyebiliriz.
Bir taraftan, 2020 seçimlerinde neredeyse silah zoru ile koltuğunu bırakmak istemeyen Trump yeniden aday olmak isterken, Biden’lı Ukrayna savaşı, pandemi politikası, berbat bir ekonomi yönetimi ve artık iyice belirginleşen hastalık ve yaşlılık süreci, belli ki ABD halkını da ikiye bölmüş, aslında iki kötü alternatif arasından birisini sanki seçmek mecburiyetinde olduğunu gösteriyor. Her ne kadar daha aşağı yukarı seçimlere bir yıl kalmış olsa da, 2024 yılının çoğunda bu mesele üzerinde yoğun bir çatışma izleyeceğimiz aşikar. Bakalım, bilinen ikiliden birisi mi olacak, ya da Demokrat veya Cumhuriyetçi diğer adaylardan mı gelecek Amerikan başkanı, zaman gösterecek.
Amerikada seçim maratonu yeni başlamışken okurlara Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin en olası adaylarını kısaca tanıtarak, iç politikadan ziyade, hangisi seçildiğinde, Türkiye dış politikası nasıl olur, onu tartışmaya çalışacağım. Elbette bir çok Demokrat ve Cumhuriyetçi aday adayı olduğu ve devamı da muhtemelen geleceği için, aralarından sadece adaylık arzusu belli olan bazılarını seçerek anlatacağım. Bu iki parçadan oluşacak yazı dizisinin ilk bölümünü, Demokrat adaylardan başlıyoruz.
Halen Amerikan yönetiminde olan Demokratların (şu an itibarı ile) geneli, geleneğin bozulmamasından yana ve Biden’i birinci aday olarak görmek istiyorlar. Böyle olunca, değerlendirmeye onunla başlayarak, diğer adaylara daha doğrusu aday adaylarına geçeceğiz.
Joe Biden:
46. ABD başkanı, Demokrat.
Görev yaptığı dönem içerisinde kendisinin özellikle Türkiye ile ilgili, (her ne kadar birebirde hiçbir zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzüne söyleyemese de) bugüne dek görülmemiş, direk ve katıksız düşmanlık beslediği değerlendirilebilir. Daha önce de ABD başkanlarından Türkiye’ye karşı hasmane tutum görmüş olsak da, hiç biri Biden kadar açıkça bir seçim öncesi başka bir ülkede rejimin alterntif partiler üzerinden değiştirilmesi için uğraş verdiklerini beyan etmemiştir. Daha sonrasında Cumhurbaşkanını aramaması, bunun uzun zaman polemik konusu olması ve o yaşlı yürüyemez hali ile dünyayı iki kez turlarken, bir kez dahi Türkiye’ye gelmemesi, dikkatlerden kaçmadı.
Ancak Biden ile ilgili problem Türkiye ilişkisinde sadece bu değil. Asıl sorunlu olan Biden’dan ziyade ekibi aslında. Biden’ın dezavantajı ya da handikapı Obama’nın son döneminden kalma, o zamandan bugüne Türkiye düşmanlığını devam ettirmiş, aynı danışmanlardan kurulu bir ekiple çalışması ve maalesef kendisinin de Amerika tarihinin en zayıf başkanı olması hasebiyle, kongrede kendi partisine bile söz geçirememesidir. Bunu yakınen F-16 sorununda gördük ve daha önce bir çok başkan savunma ilişkilerimiz konusunda ciddi inisiyatif almışken, kendisi birkaç kuru sözden başka bir şey yapamamıştır. Dünya onun döneminde daha belirsiz hale gelmiş, ABD’nin ne Ukraya’da, ne Tayvan’da, ne Suriye’de ve ortadoğuda tam olarak neyi hedeflediği anlaşılamamıştır. Tıpkı bir mehteran takımı gibi, dış politikası, iki ileri bir geri haline dönüşmüştür.
Avantaj: Yaşı ve zayıf bir yönetim şekli. Her ne kadar onun döneminde Türkiye’ye maddi bir imkan sağlanmasa, savunma ürünleri ihtalatı konusunda bir ayakbağı haline gelmiş olsa da, daha ciddi ambargo ve sıkıştırmalar yapmaktan aciz bir başkan ve yönetimi, Türkiye’ye bundan daha fazla zarar veremez ve Türkiye’nin bazı dış politika hamlelerinde, sözlü uyarıdan ileriye gidemez.
Dezavantaj: Çözülmesi gereken bir çok jepolitik dünya sorunu, onun döneminde çözülemez, buna Türkiye-Yunanistan, Kıbrıs, Suriye meselesi, Libya, Filistin, hatta savaş uçağı alımı hususu. Çünkü buna yetecek ne derinliği, ne de güçlü bir siyasi iradesi yok. Onun için, Biden bir dönem daha devam etse de, muhtemelen bir çok sorun onun dönemide, ancak buzdolabına kaldırılır ve bir müddet soğumaya bırakılır.
Marianne Williamson:
Yazar, Demokrat.
Marianne aslında bir çok analist tarafından adaylığı bir ‘’şaka’’ olarak tanımlanıyor. Ancak ABD’nin yaşadığı Trumpist şoklardan sonra, en azından kesinleşmiş bir aday olarak, burada kendisi hakkında bir iki kelam edelim, yarın Amerikalılar bu kişiyi seçer mi, hiç belli olmaz. Geçmiş hayatı aslında bir nevi kişisel gelişim kitapları yazmak ile geçmiş, iyi bir konuşmacı, daha önce Church of Today (Bugün kilisesi) bünyesinde, ruhani liderlik yapmış birisi.
Demokratlar arasında, daha merkezde, daha dindar birisi olan Marianne, önceleri Senato için de kendini yarış pistine koymuş ancak başarılı olamamıştı. Zaten şimdiye dek topladığı kampanya parası da pek kendisinin ön sıraya girmesine müsaade etmeyecek gibi. Dış politika pozisyonunda aslında Biden yönetiminden çok fazla değişikliği yok ve Türkiye ile ilgili çok fazla bilgisi olan veya bu manada bir veri vermiş olan bir kişilik değil. Sadece deprem döneminde, Twitter üzerinden Türkiye üzerine kurtarmak için meleklerin inmesine dua etmiş, Cumhuriyetçi evanjelistlerden hallice, liberal dindar görünümlü bir hanımefendi. Onun için bu aday hakkında avantaj-dezavantaj ile ilgili paragrafı es geçiyorum.
Dean Phillips:
Eski Temsilciler Meclisi üyesi, Demokrat.
Asıl ismi Dean Benson Phillips olan Demokrat başkan aday adayı, Mariann’e bakarak, siyasette daha bilgili ve deneyimli bir isim. Kendisi iş adamı olan Phillips, daha önce Minnesota bölgesinden seçilerek ABD temsilciler meclisinde görev yaptı, şimdi ise görevinden ayrılarak Başkanlık yarışında ben de varım dedi. Kendi partisinin bir çok mensubu tarafından Biden yerine başkanlığa aday olması eleştirilse de, Dean çok inatçı bir kişiliğe sahip ve şimdiye dek en azından, Biden için az da olsa risk barındıran parti içi bir rakip. Kampanya destekleri konusunda yine Biden’ın epeyce arkasından gelen yarışmacı aday, genel olarak parasal ya da ilişki konusunda sıkıntı çeken birisi değil. Iç politikada Biden ile bir çok konuda aynı fikirde olan Phillips, açık sınır politikası hususunda Beyaz Saray’dan biraz ayrılıyor ve daha net kanunlar ve yaptırımlar gerektiğini savunuyor.
Dış politikada ise, Türkiye hususunda önceki konuşmaları dikkate alındığında, daha pozitif kampta yer alan aday, F-16 alımı konusunda olumlu görüş beyan eden ve hatta çok kısa zaman önce, ülkemizi ziyaret ederek siyasilerle istişare toplantılarında bulunmuş birisidir. Biden politikası aksine, ortadoğudaki ABD yardımlarını bölgedeki bütün güçlü müttefiklere paylaştırarak, dengeli bir ortam hazırlanmasının, herkesin avantajına olacağı fikrini savunuyor.
Avantaj: Aslen siyaset dünyasının dışından gelen ve bu konuda Demokratlar arasında’ki Trump olarakta anılan Dean, çok uzun siyasi geçmişi olmadığından ve iş adamı gibi düşündüğü gerçeğini de varsayarsak, yanında, özellikle Türkiye’yi ilgilendiren konularda ekstra bir bagajla gelmiyor. Daha önceki olumlu Türkiye açıklamaları, F-16 beyanları göz önüne alacak olursak, daha çok ‘’kazan-kazan’’ stratejisini benimsemiş, abartıdan uzak ‘’tatlı-sert’’ bir siyaset uslübü var. Bu manada, konjonktür gereği Türkiye diplomasisinin şekline uygun, anlaşılabilir, en avantajlı adaylardan birisi diyebiliriz
Dezavantaj: Elbette bu manada tecrübe eksikliği. Marianne karşılaştırmasından farklı olarak daha fazla siyasi tecrübeye sahip, ancak yukarıda da bahsettiğim gibi, bu işlerin içinde çok uzun zamandır bulunmayan, kendisini, geçte olsa, yeni parlatmaya çalışan bir siyasetçi. Dolayısı ile, Amerikan bürokrasisine ayak uydurması zaman alabilir ve yanında yer alacak ekibin belirsizliği, özellikle ilk dönemlerinde, ya Trump dönemi gibi, siyaset-bürokrasi çatışmasına dönebilir, ya da Kongre ile denge politikasında, zayıf duruma düşebilir. Buna benzer durumlarda maalesef geçmişte hem Obama’nın ikinci dönemi, hem de Trump ilk dönemini yaşayan bir ülke olarak, sıkıntılar çekmemiz kaçınılmaz olabilir.
Ekstra Aday, Cenk Uygur:
Bir çoğunuzun yakınen tanıdığı ya da ismini daha önce duyduğu, Türk göçmen olan Cenk Uygur, uzun yıllardır kendi yaptığı ve yönettiği program ‘’Young Turks’’ üzerinden ABD ve dünya çapında üne kavuşmuş bir Medyacı.
Demokrat parti destekçisi, ancak Biden karşıtı olan, şu an ki Demokrat yönetimine bakarak, daha sol liberal tarafta duran Cenk, bu yarışta var olacağını beyan ederek, sadece adaylığını açıklamadı, aynı zamanda da bir nevi Amerikan hukuku açısından ‘’cehenneme’’ giden kapıları araladı. Bunun sebebi, Amerikan başkanı olmak isteyen birisinin anayasaya göre ‘’natural-born citizen’’ (yani doğuştan ABD vatandaşı olması gerekiyor) maddesine savaş açması. Yıllar boyunca bu maddenin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili hem ABD toplumunda, hem de Kongre’de çok tartışmalar yapılmış, her ne kadar bazı yerel mahkemelere konu götürülmüş olsa da, ne onlar, ne de yüksek mahkeme bu kouda ‘’net’’ bir karar almamış, aslında topu siyasete atmıştır. Daha önce de bu tip bir sıkıntı ile yarışta önde giden hiçbir başkan adayı olmadığı için, bu sorunun cevabı kesinleşmemiştir.
Işte tam bu noktada Cenk, hem Biden yönetimini hedef alan yarışa girerek Başkan ve ekibini zorlamak, ama aynı zamanda da, ülkenin bir çoğunu oluşturan ve Amerikan toplumunu Amerikalı yapan, göçmen ülkesi markası ve kültürü önünde kalmış yegane engel olan bu maddeyi zorlayarak, kazanması zor bile olsa, cevabını en azından hukuken almak için yola çıkmış bulunuyor.
Cenk her ne kadar zaman zaman Türkiye’nin iç politikasını eleştiren yorumlarda bulunmuş olsa da, Türk geleneğinden ve ülkesinden tamamen kopmuş denilemez. Hatta yıllarca sözde Ermeni soykırımı meselesinde, bunun olmadığına dair beyanları varken, maalesef üne kavuştuktan sonra gelen Ermeni diasporasının baskısı soucu, bu konuda artık farklı düşündüğünü beyan etmiştir.
Ancak gerçek fikirlerini ve Türkiye’ye bakışını, kendisine yakın olan bazı çevreler, tamamen aksi yönde olduğunu iddaa ediyor. Bir Türk adayının tabii ki ABD başkanı olması bir çok Türkün hayalini süslerdi ama şu anda, gerek kampanyadaki gidişatı, gerekse de henüz aşamadığı hukuki meseleler, Cenk’i bu yarışın sonuna kadar görmemizi engelleyecek gibi gözüküyor.
Onun için, yukarıda bahsettiğim bazı noktalar haricide, kendisinin avantajları, dezavantajları ve Türkiye politikası nasıl olurdu sorusuna cevap aramak, şu aşamada sadece spekülasyon olur.
Cumhuriyetçi adaylar ile ilgili düşüncelerimi önümüzdeki hafta okuyacaksınız.
2024-01-24 Harun Reşit Aydın