Geçtiğimiz hafta Hollanda seçimleri Geert Wilders’in liderliğini yaptığı Özgürlük Partisi’nin zaferiyle sonuçlandı. Seçim çalışmalarını göçmen karşıtlığı, islamofobi ve Avrupa birliği karşıtlığı üzerinden yürüten Özgürlük Partisi’nin kazanması özellikle Avrupa kamuoyunu tedirgin etti. Wilders’in zaferinin en büyük etkenlerinden biri uzun yıllardır Hollanda siyasetinde birinci parti olan merkez sağ parti Özgürlük ve Demokrasi Halk Partisi’nin stratejik hataları oldu. Bu yılki seçim kampanyasını göçmen karşıtlığı üzerinden yürüten Özgürlük ve Demokrasi Halk Partisi sağ seçmen üzerinde inandırıcı olamadı. Liderinin mülteci kökenli Dilan Yeşilgöz olması bunun ana sebeplerinden biri. Annesinin Hollanda Mülteci Örgütü’nün yöneticiliğini yapması, kendisinin siyaset hayatına Sosyalist Parti’den başlaması sağ seçmende şüphe uyandırdı. Ayrıca Dilan Yeşilgöz’ün Özgürlük Partisiyle koalisyon yapabiliriz demeci seçimin kaderini belirledi. Çünkü Hollanda’da ki siyasi partiler kurulduğu günden bu yana Özgürlük Partisiyle koalisyonu red ediyorlardı. Dilan Yeşilgöz’ün bu söylemi Özgürlük Partisini meşru kıldı. Sağ seçmen gerçeği varken sahtesine niye oy verelim refleksiyle Wilders’e yöneldi.
Sadece Hollanda’da değil batı ülkelerinin tümünde alternatif sağ akımlar yükselişe geçti. Bunun en önemli nedenlerinden biri sol partilerin hatalı politikalar üretmesi ve merkezden kopması. Sol grupların bu politikaları medya ve sermaye gücüyle merkez sağ partilere de dayatması sağ seçmeni aşırı sağ partilere yöneltti. Kimlik siyaseti merkezli ve halkın gerçekliğinden uzak sol politikalar ekonomik istikrarsızlıkta getirdi. Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya buna en iyi örnektir. Uzun yıllar sonra bu ülkelerde enflasyon oranı artış gösterdi. Mevcut ana akım siyasi partilerin ekonomi, göç, eğitim gibi politikaları gündeme almak yerine halkı ilgilendirmeyen politikaları gündeme alması, yıllardır marjinal parti olan aşırı sağ partileri ana akım parti haline getirdi. Kurulduğu 1988 yılından bu yana halk tarafından marjinal olarak görülen İsveç Demokratları Partisi, sol siyasetin yanlış politikaları sonucu 2010’lar da yükselişe geçmiş olup günümüzde ana akım bir siyasi parti haline gelmiştir. Keza Almanya’da da durum farklı değil. Alternatif için Almanya Partisi son yapılan anketlerde 1. Sırada yerini almıştır. Aynı şekilde Fransa’da Le Pen gün geçtikte güç kazanmaktadır. Amerika’da yıllardır merkez sağ pozisyonunda konumlanan Cumhuriyetçi Parti gün geçtikçe aşırı sağa doğru evrilmektedir.
Gelinen noktada Avrupa Birliğinin geleceği de pek parlak gözükmüyor. Yükselişte olan aşırı sağ partiler Avrupa Birliği Parlementosunda İdentity and Democracy grubunu oluşturmuş olup ortak noktaları AB karşıtlığıdır. Hollanda sonrası Almanya ve Fransa’da da iktidara aşırı sağ partiler gelirse Avrupa Birliği dağılma sürecine girebilir.
Artık ana akım siyasi partilerin şapkayı önüne koyup düşünme zamanları gelmiştir. Aşırı sağın yükselmesini istemiyorlarsa yapacakları politikalar basittir. Feminizm, LGBT hakları, azınlıklara pozitif ayrımcılık gibi politikaları geri plana atıp, halkın çoğunluğu ilgilendiren ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik gibi politikalara yönelmeleri lazımdır. Bu politikaları gerçekleştirebilmek için sol partilerin Bill Clinton, Tony Blair, Gerhard Schröder’e benzer siyasileri tekrar ön plana çıkartmaları gerekmektedir. Yoksa Wilders zihniyetinde ki politikacılar galip gelecek ve batı ülkelerinde ki tüm dengeler altüst olacaktır.
2024-01-17 Tolga Arslan