Hani bilmeyenleriniz vardır belki, batı dünyasının, özellikle de Avrupa’nın, kendi medeniyet tarifinin büyük çoğunluğu Türk ve Müslüman karşıtlığı üzerine kurulu olduğu için, sıkışık dönemlerde her zaman, Viyana önünde Osmanlı’nın mağlubiyetini ve onların inancına göre, tanrısal güçle Habsburg ordularına yardıma gelen Polonyalı Sobieski hatırlanır ve aşağılamak için, karşı tarafa da sürekli hatırlatılır. Elbette, ondan önceki 300-400 yıl neredeydiniz, sürekli ordularınız darmaduman olurken ya da arkasına bakmadan kaçarken, neden aynı tanrısal güce sahip değildiniz diye sormak lazım, ancak zaten bu fikri savunanlardan, fazlaca akıl ve derinlik beklememek gerekir.
Nitekim 2019 yılında Avrupa parlamentosunda Türkiye’ye karşı ambargolar konuşulurken, konuşmacıların bir çoğu Türkiye karşıtlığı üzerinden yeni bir Pan-Avrupa hayaliyle, ardı arkasına yaptıkları anti-Türkiye konuşmaları üzerine, Avrupa Birliğinin dışişlerinden sorumlu yetkilisi Josep Borrell konuşmacıları uyararak ‘’Bugün yapılan konuşmaları şaşkınlık içerisinde dinledim. Çünkü kendimi bir an Kutsal ittifak komutanı ve sizleri arkamda Osmanlıya karşı yürüyecek haçlı ordusu gibi hissettim’’ diyerek, aslında nasıl bir çöküşün ve nefretin eşiğinde olduklarını gözler önüne sermişti.
Bu nefret söylemi böyle devam ederken, kaderin cilvesi mi dersin, yoksa zaten bazı Avrupa ülke ve liderlerinin istediği bir şey miydi, bilinmez, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve işgaliyle birlikte, Avrupa’nın dikkati Türkler olmayınca yedek düşmanı, ya da metresi, Rus antipatisi ve onun etrafında şekillenen politikalara doğru yöneldi, Türkiye az da olsa sahne ışığından uzaklaştı.
Daha düne kadar bir çok Avrupa ülkesinin parlamentosunda, ama özellikle de Almanya ve Fransa’da, Kırım işgali sonrası Türkiye’nin Ukrayna’ya yardımı eleştirilirken, Türkiye’nin bölgeyi destabilize ettiği yalanı yayılarak, neredeyse Ukrayna’ya silah ve teknoloji verdiğimiz için bize ambargo uygulamaya çalışırken, 2022 yılında Rusların Kiev’e doğru yürümesiyle birlikte, bu sefer kendi canları için de gelebileceği düşüncesiyle, hepsi aniden Pro-Ukrayna destekçisi rölüne büründü ve toplumlarının geneli, iki yüzlü bir şekilde aniden hesaplarına Ukrayna bayrakları yüklemeye başladı. Elbette Almanya’nın Hannover ya da Fransa’nın Marsilya kentindeki Helga veya Jean Pierre’nin, Ukrayna ve halkı çok da umurunda değildi.
O tatlı sözlerinin, desteklerinin ve parmaklarıyla sürekli Türkiye’yi Ukrayna’ya yeterince yardım etmemekle itham ettikleri şeylerin arkasında (Kaldı ki bu doğru değil. Türkiye direk olmasa da başka yollardan Ukrayna’ya en çok yardım eden ülkelerden birisidir), yıllardır iki yüzlülük yaparak yalnız bıraktıkları Ukrayna halkının mümkünse uzun süre kendileri için ölmesini sağlamak ve aynı zamanda, kendi günahlarını en kolay lokma gördükleri Türkiye üzerinden çıkartmaktan başka bir alçaklık değildi.
Savaş başladığı dönemde bu konuda çok yazılıp çizilirken, en baştan, Ukrayna ordusunun Rusya’nın en son 2014’te Kırım’da bıraktığı yerde olmadığını, içindeki Rus unsurlarının birçoğunu bertaraf ettiğini, dolayısıyla bu sefer kolay lokma olmayacağını anlatırken, birileri, 2-3 günde Kiev alınacak diyordu. Aynı mahfiller, bugün o dedikleri çıkmayınca, Ukrayna’nın çok yavaş ilerlemesi ve de istediği yerleri henüz alamamasını bahane ederek, yeni argümanlar üzerinden tezler sunuyorlar.
Halbuki, yukarıdaki örnekte olduğu gibi, yine iki yıl önce, Avrupa’nın vermeye niyetli olduğu ve bunu bin bir zahmet ve korku içinde 3. Ülkeler üzerinden yaptığı ikinci sınıf kullanılmış silah sistemleri tedariki ya da daha sonra hızlanan mühimmat desteğiyle, Ukrayna’nın mevcut hatları koruyabileceğini, ancak bunların hiçbirinin kendi başına büyük bir taarruz için yetmeyeceğini defalarca anlatmıştım. O günden bu yana, Avrupa denilen ölmüş, ama cenazesi henüz kaldırılmamış kıtanın, Ukrayna aşığı rolünü güzelce oynarken, aylarca süren uydurma siyasi kavgalar, iki yıldır süren karar alma mekanizmaları, birbirinden bağımsız hayali söylemler ile, Ukraynalı kadınların, çocukların ölümünü barbarca izlemeye, izlerken de gerçekten üzülüyormuş gibi timsah gözyaşı dökmeye devam etti.
En baştan itibaren olayın Ukrayna’ya yardımdan ziyade, Ukrayna’nın olabildiğince Rusları tutması, mümkünse yıpratması, kendi hatlarından uzak tutarken de daha sonra vakti geldiğinde, Rus ve Ukraynalıları masaya sıkıştırarak akıllarınca bir taşta iki kuş vuracaklardı. Yalnız bazen planlar ve hayaller, sahada gerçekleşenle çok uyuşmayabiliyor. Iki yıl boyunca savaşın acımasızlığını iliklerine kadar hissetmiş bir Ukrayna halkı ve devleti, çözdüğü bu sistemi bilmesine rağmen, şu an ki savaştan dolayı, ilişkileri mecburen devam ettirmekte ama aynı zamanda ciddi çeşitlendirmeye gitmek için çaba gösterdiği de aşikâr. Zelensky’nin son Türkiye ziyaretini de bu minvalde değerlendirmek gerekir. Çünkü Ukrayna bürokrasisi en geç Kırım işgalinden sonra, batılı müttefiklerin kendisini ilk fırsatta tekrar satacağı ve ortada bırakma ihtimalinin yüksek olduğunu tarihsel açıdan da gayet iyi biliyor.
Daha önce bu konu hakkında sadece tek tük güvenilir analizler çıkarken, artık siyasette bunu açıkça dile getiriyor. Son altı aydır görüştüğüm bazı üst düzey Avrupalı diplomatlar, yine Avrupa ülkelerinin diplomasi koridorlarında sessiz harflerle konuşulan sözde ‘’barış planları’’ ve en son patlayan Almanya başbakanının Taurus füzelerini, iddiasına göre teknolojik mecburiyetler ve Rusların ele geçirme tehlikeleri dolayısıyla savaştan uzak tutmaya çalışması, patlayan kaset skandalı, hepsini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Işte Avrupa’da bir müddettir süregelen bu kaosun arasında, sürekli unutulan, her unutulduğu zaman da kendisini, çikolatası elinden alınmış çocuk gibi ortaya atan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u tabii ki nasıl unutabiliriz.
Bu kendinden menkul, yeni zamanın Sobieski’si olmaya meraklı, en fazla başını okşayacağın ama yaşı ve tecrübesi itibariyle asla ciddiye almayacağın çocuksu adamın, bayram değil, seyran değil, Ukrayna hattına asker gönderme merakı, herkesi tabii ki şaşırttı.
Beni elbette değil.
Macron’un beyanı her ne kadar birileri için Avrupa’nın birliği için söylemmiş sözler gibi gözükse de, Avrupa’dan çok, sevmediği, (pardon, aslında arka kapılar ardında çok sevdiği Rus partnerlerine), ‘’bak ben de buradayım, beni de masaya al, ben de faydalı olabilirim’’ çığlığından başka bir şey değildir. Tıpkı Libya’da, Suriye’de, daha sonra Karabağ’da sürekli bir yaramaz çocuk gibi kendini zorla masaya oturtmaya çalışan Macron beyefendi, Almanya, Hindistan ve Kazakistan üzerinden nasıl yüklü miktarda ticareti Rusya ile devam ettiriyorsa, Macron’da Mağrib ülkeleri, BAE, Katar ve diğer Afrika ülkeleri üzerinden göz kırpmaya devam ederken, savaşın sonucu ne olursa olsun, ayıyı çok da kızdırmamak ve ‘’bir şeyler’’ elde etmek için sürekli tekrar ettiği artistik hareketlerden başka bir şey değil.
Daha birkaç gün evveline kadar, Türkiye’nin Ukrayna’ya mühimmat üretimi yapmaması için, Avrupa Birliğinin dış kaynaktan mühimmat satın almasını sağlayacak mutabakatı müzmin Türkiye düşmanlığı peşinde olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile bloke ederken, birden çark etmesi herhalde, akşam evinde Zelensky’nin hayaletini gördüğünden kaynaklanmadı. Tam tersi, üzerine gelen müttefikler baskısı, ABD’nin telefon trafiği ve bu ucuz aksiyonu sonrası, kazanacağından çok daha fazlasını kaybedeceğini hissetmesi, yine kendisine çabucak u dönüşü yaptırdı.
Almanya’ya gelince, gönderdiği teçhizatla övünürken, bir taraftan Ukraynalılara verdikleri Leopard’ların çok hor kullanıldığı iddiaları ile uzun süredir Macron Fransa’sı ile neredeyse aynı dalavereyi çeviriyorlar. Ukrayna’ya giden envantere baktığında, ismi olan, ama cismi çok uzun zamandır ortadan kalkmış tankların, örneğin en son 1996’da garaja çekilmiş ve hiçbir revizyona uğramayan, Augustdorf 21. Tank Tümeninin envanterinde olan Leopard 1 tankları ile birlikte, parça eksiğinden dolayı yine 2008 yılından beridir doğru dürüst kullanılmayan 2A5 versiyonlarından ne gibi mucizeler bekliyorlardı acaba?
Bırakın doğru dürüst sayıda ve teknolojide ekipman vermeyi, konuştuğum konuya yakın eğitimden sorumlu subaylar, hükumetin özel talepleri doğrultusunda, birçok kritik ve bilinmesi gereken bilgileri veremedikleri ve Ukraynalı askerlerin yarım yamalak eğitimle bu platformları işletmek zorunda kaldıklarını anlatırken, Macron ve Scholz ekibinin bu tavırları beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Ancak halen birileri ‘’Özgür Avrupa, son kale Ukrayna, demokrasi için savaş’’ gibi bayat söylemleri satın almaya devam ediyor. Madem öyle sormak gerekir?
F-16’lar mesela nerede? Neden yıllardır doğru dürüst bir modernizasyon geçirmemiş, en eski versiyonları veriliyor da yeni bir F-15, F-18, F-16 Blok 70 ya da Almanya’nın envanterinde bulunan, ama bugüne kadar hiçbir zaman doğru verimde kullanılmamış Eurofighter’lar, Tornado’lar verilmiyor? Hani son kale Ukrayna, o düşerse tüm Batı medeniyeti düşüyor ya? Bahane? Hep aynısı, teknoloji karşı tarafa geçer, savaşın bir parçası olmayacağız, ya da savaşı daha fazla kızıştırmak istemiyoruz? Sizce son kalesini savunan bir birlik, özgür dünyanın sonu olacağını iddia eden Avrupa ve ABD, böyle mi davranır, ya da umursar mı?
Bakın F-35, F-22 falan demiyorum. 40-50 yıldır piyasada olan, kendini ispatlamış, ancak Ukrayna’ya çok daha fazla yarayacak, özellikle büyük bir taarruzu gerçekleştirebilmek, Bakhmut, Avdiivka, Robotyne, Krynky hatlarını yarabilmek, Mariupol’a ulaşarak, Kırım’a giden lojistiği keserek, Rus ordusunu içeride boğacak bir harekâtı Ukrayna, 3-5 mühimmat, tank ve topçu sistemi ile mi yapacak?
Bunun için Ukrayna’nın elinde en az 1,000-1,500 civarı hazırda sağlam çalışan batı menşeli tankla birlikte, yine en az 100 üzeri 4 ve 4+ nesil savaş uçaklarına acil ihtiyacı var. Peki kimin umrunda ya da bunlar hiçbir zaman gelecek mi? Çok hızlı hareket ederlerse, muhtemelen 2100’lü yıllarda olabilir. Hollandalı eğitmenlerin, Ukraynalı pilotları F-16 üzerinde neden bunca zamandır halen eğitemediği, bu işin neden uzadığının skandalları elbette 10-15 yıl sonra ortaya dökülecektir. O zaman geldiğinde ‘’ah bu iş böyle mi olmuş, yazıklar olsun’’ diyeceğinizi şimdiden hatırlatayım.
Kısacası namusunu tamamen yitirmiş, Ukraynalıların üzerinden ölüm hesabı yapan, kendi halkı ve medyasına da demokrasi ve kurtarıcı profilinde melek pozları kesen Batı siyaseti ve bürokrasisi, uzun süren savaş sonunda, belki de bölünmüş, hırpalanmış bir Ukrayna’yı borçlarıyla birlikte kendisine köle olarak edinmek için hayal kurarken, Rusya’yı yan cepte tutmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla savaş başladığında çok defa tekrar ettiğim ve halen savunduğum gibi Ukrayna’ya tavsiyem bir Anadolu sözüdür:
‘’Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez…’’
Ne yapacaksa şimdi yapması gereken Ukrayna’nın, Macron’dan ya da Scholz’dan alacağı yardım, bugünü kurtarır, ancak toprağını değil. Macron’dan ve Scholz’dan, bir Sobieski ve bir Rommel çıkmaz. Ancak ruhunu paraya, derin ilişkilere satmış ve başkalarının canı üzerinden pazarlığa oturmaya çalışan, iki tane orta akıllı kasaba tüccarı çıkar. Onların da Yeşilçam filmlerindeki aşağı yukarı sonunu herkes bilir…
Saygılar.
Not:
Şu Mübarek Ramazan ayında yapılacak dualar yüzü suyu hürmetine, ne Ukrayna'da, ne Filistin'de, ne Keşmir'de, ne de dünyanın başka bir yerinde, bir mazlum çocuk daha ölmesin inşaallah. Daha barışçıl bir dünya için, amin.
2024-03-12 Harun Reşit Aydın