kultur

TÜRKLERİN ŞEYTANİ KADINI: AL KARISI

Senem Karabulut




 “Senin sesin hayat için dövüşmeye koşturur,
Senin sevgin vatan için fedakârlık öğretir,
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenlendirir.”

-MEHMET EMİN YURDAKUL

Mitolojiye temel açıdan baktığımızda toplumsal hafızanın sözlü ya da eylemsel olarak ortaya çıkmış hali olarak görebiliriz; çünkü gündelik hayatımızda bunun izine sık sık rastlamaktayız.  Genel çerçevede baktığımızda Türk’ün mitoloji ile iletişiminin koptuğunu görmek mümkündür. Şahsım adına genel bağlamda milletimiz arasında sosyal bilimlerin üvey evladı gibi görüldüğünü düşünüyorum. Eğer ki bağımız kuvvetli olsaydı bugün devlet yönetim mantığını, toplumsal yaşayış biçimini ve insan olarak yaşama mantığından uzaklaşmış olmazdık diye düşünüyorum.

Türklerde genel olarak yaşayış felsefesinde kadın hakikatli bir konuma sahipti. Gündelik yaşantıda kendilerine ait konumları mevcuttu. Pek çok hakka sahip olduğunu seyahatnamelerden, yazıtlardan okuyabilmektedir. Örneğin Fuzuli Bayat şamanları anlatırken konuya kadınlardan başlar; çünkü şamanlık kadınlarla özdeşleşmişti. Hatta Kadim Türklerin mitolojik hikayelerinde Akana için kadının doğurabildiği için kutsal sayıldığı dönemden gelen kutsal ruh olduğuna değinir. Hatta yazıda bahsedeceğimiz alkarısı da Türklerin ataerkil sürecinden kalan ruhtur. Türklerde kadın genel olarak, iffeti, ahlâk anlayışı, analık duygusu, kocasına sadakati, bilge ve alp kişiliği, idarî, siyasî, sosyal alanlardaki üstün becerileri, dik duruşu ile toplumun temel direği, hatta olmazsa olmazı olarak yerini almıştır. Öyle ki kadının sahip olduğu iffeti ayzıt isimli ruhla da özdeşleştirmişler, namussuzlara kulaklarını tıkayan bir figür olarak form biçmişler ve bununla hayatlarını idame ettirmişlerdir. Dönemlerin namus algısı değişse de Türk kültüründe ahlak-namus vb gibi kavramların değişmez anlamı vardır ve bunu yalnızca “cinsellik” üzerinden tanımlamazlar. Örneği bir erkek veya bir kadın, evli biriyle birlikte olduğunda bir ayağı bir ata diğer ayağı başka ata bağlanıp birbirlerine ters yönde koşturulurdu. Bu eylemi “sen evlileri ayırdın biz de seni ayırıyoruz” olarak tanım koymuşlardı.

Yine Türklerin meşhur destanında tanım formlaşmasını, Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanında görüyoruz. Oğuz zamanında Kanglı Koca derlerdi bir gürbüz er var idi. Yetişmiş bir yiğit oğlu var idi, adına Kan Turalı derlerdi.

Kanglı Koca der: Dostlar, babam öldü ben kaldım, yerim yurdunu tuttum, yarınki gün ben Öleceğim oğlum kalacak, bundan daha iyisi yoktur ki gözüm görürken oğul gel seni evlendireyim dedi. Oğlan der: Baba mademki beni evlendireyim diyorsun, bana layık kız nasıl olur?

Kan Turalı der: Baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kafir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı dedi. Kanglı Koca der: Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin, onun arkasında yiyesin içesin hoş geçesin.

Der: Evet canım baba öyle isterim, ya varasın bir cici bici türkmen kızını alasın, birdenbire kayayım üzerine düşeyim, karnı yırtılsın dedi.

 Kanglı Koca der: Oğul kız görmek senden, mal rızk vermek benden dedi. Böyle diyince yiğitler ejderhası Kan Turalı yerinden kalktı. Kırk yiğidini yanına aldı.

Dönemin eş tarifi güçlü kadın figürü olarak karşımıza çıkıyor ve soyun ilerlemesinin geçtiği yolun yine kadın olduğu gerçeğini önümüze koyuyor.

Sosyal medya hayatımızın büyük bir parçasına haline geldiğini söylemek bir gerçektir. Yine aynı şekilde hem ülkemizde hem de dünya genelinde artan kadın şiddetleri, tecavüzleri ve cinayetleri ve yine bu mecradan da gün yüzüne çıkarılma ve bilinçlendirilme çalışmaları yapılmaktadır. Basit bir cümleyle faydasını gördüğümüz bu sosyal medyanın, “viral alma” mantığıyla ego tatmini yaşama duygusu içine düşenlerin uydurma “kırmızı kurdele” meselesi de sık sık gündeme geliyor. Ben de bu konuda hem kurdele bağlama meselesine hem de bu ritüelin yapılmasına sebep olan tanrıça arketipi hakkında kısa bilgi vereceğim.

Evlenecek olan kadının evden çıkmadan, abisi, babası ya da yakın erkek akrabasının beline bir ritüel ya da bir seremoni tarzında bağladığı “kırmızı kurdele” özellikle günümüze maalesef “bekaret” kemeri gibi bir mantalitede gelmiştir. Özellikle nişanda, düğünde, hatta okumaya başlayan çocuklara takılan kırmızı kurdele (örnekler zannımca çoğaltılabilir) aslında “al karısı” denilen kötücül tanrıçanın musallat olmasından korunmak için bağlanmaktaydı. Çünkü “al karısı” kırmızı renkten korkar ve bunu takan o kişilere musallat olmazdı. Gel gelelim günümüzde bu koruma içgüdüsüyle yapılan mitoloji temelli bir ritüelin, zamanla anlam kötüleşmesine uğradığını söylemek mümkündür. Özellikle farklı kültürlerle etkileşirken diğer kültürün negatif yönlerini almamız bu anlam kötüleşmesini günümüze getirmiş ve sözüm ona pek çok aydın(!) vatandaşımızın tepkisini çekmiştir. Hatta değil kitap karıştırmayı, Google’dan bile aratma zahmetine girmeyip ayda bir bu söylemi ortaya atarak öne çıkma gayretine girmekteler. Bu gibi söylemlere Türk kültürünü aşağılama olarak bakmak mümkün oluyor.

Temeline bakılacak olursa Al ruhu inancı daha önceki çağlarda ocak, ateş kültü olarak önümüze çıkmıştır.  Hatta Bahaeddin Ögel bu konuda: “Türklerin en eski devirlerinden beri al bayrak kullanmalarının bu al-ateş kültü ile bağlı bir anane olacağı hatıra geliyor. “  demektedir.

Fuzuli Bayat’tan edindiğimiz bilgiye göre de al ruhu ocak, ateş kültüyle bağlantılıdır. Kutsal kadın, bu vaziyetini erkek egemenliğinin güç kazanmasıyla kaybetmiş, ocaktan yani evden sürülmüştür. Bu egemenlik rolünün değişimi kadını ateşin zıttı olan su kültüyle ilişkilendirilmiştir. Ocağı, ateşi koruyan dolaylı yoldan kadının yardımcısı ve koruyucusu konumundan uzaklaşarak bir düşman vaziyetine dönüşmüştür.

Al karısı günümüzde olumsuz bir tanrıça figürü olarak bilinmektedir. Al karısı aslında cincilik kültürü olarak önümüze çıkmaktadır. Albastı, Al karısı, Al kızı veya kısaca al olarak da adlandırılmaktadır.  Türkistan coğrafyasında çeşitli fonetik varyantları olsa da “Al” kelimesinin özünün korunduğu görülmektedir. Al karısı, küplere binen kadın olarak da bilinir.  Batı kültüründen farklı olarak, cadı olarak da adlandırılan, Al karısı küpe binerek uçar. Küplere binmek deyimi de buradan geldiği düşünülebilir. Al karısı tipoloji olarak gür, dağınık ve kırmızı saçlı, avurtları çökmüş, esmer, uzun ve çengelli demir parmakları olarak tasvir edilir. Kimi zaman da sarışın ve dünya güzeli denilecek şekilde tasvir edilmektedir.

Alkarısı Türk dünyasının farklı coğrafyalarında birbirine yakın özellik göstermekle birlikte dünyada da benzer özelliklerde farklı demonik canlılar olduğu bilinmektedir. Bu demonik varlık ile ilgili Seçkin Sarpkaya ve Mehmet Berk Yaltırık’ın kitabı olan Türk Kültüründe Vampirlerden edindiğimiz bilgilere göre Kazan Türklerinin inanışlarına göre gübreli akarsularda, terk edilmiş yerlerde yaşayan albastının köpek ve horoz sesinden korkup kaçtığı ve insanları ezip sırtlarından kan içtiği söylenmektedir. Yine aynı kitabın ilgili bölümünden edindiğimiz bilgiye göre Albastı yaşlı nine kılığına girer ve ateş aramaya gelen kadının eteğine kül koyar. Kadın evine dönerken dökülen külleri albastı takip eder ve evine girer. Büyük beyaz köpeğe binen albastı üç başlıdır.  Kadının karşısına geçip gözlerini kapattırıp saçından çıkardığı iğneyi kadına batırır ve kanını emer. Burada albastı ya da alkarısının –ki birbirlerine çok karışmışlardır- vampirlik özelliğini de görmekteyiz.

Türk Mitolojisi Sözlüğüne göre de pek çok anlatımı mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır:

Albas: Kızıl renkli uzun saçlı, kızıl tarağı olan ve bu tarağı elinden alınırsa öleceği düşünülen su iyesidir.

Albaslı: Yeni doğmuş bebeklere ve lohusa kadınlara zarar veren, uzun kalın saçlı, iri ve sarkık memeli, ayakları ters olup topuklara bakan demonik varlık. Bütün vücudu tüylerle kaplıdır. Kocası Agaç Anglıdır ve çocukları da vardır. Onu ele geçiren hizmetçi olarak kullanabilir. Anlatıya göre biri onun saçını keser ve onu Kuran-ı Kerim’e koyar. O da dokunamadığı için uzun süre bu kişiye hizmet eder. Kişiye asla koltuk altını göstermez ve at nalı onu uzak tutar.  Gümüş tarakla saçlarını tarar. Onu yakalamaya çalışan biri beceremezse kişi ölene kadar onu gıdıklar. Silahtan korkmaz. Sadece pamuk ve pamuk ipliğinden korkar. Nehirde yüzmeyi çok sever.

Albaslı Katın: Bir eliyle ağacı kökünden sökecek kadar güçlüdür.  Ormanlarda ve mağaralarda yaşar. Geceleri köylerin etrafında dolaşıp evlere girer ve kurbanlarının yediği bir yiyecekle midesine girip karaciğerini yer. Saçlarından tutup yolmak gerekir.

Albıs: İnsanlara zarar veren kötü ruh topluluğundan birinin adı. Erkek şekline de girebilmesine rağmen genellikle genç ve güzel bir kadın olarak görünür. Topluluk halinde yaşarlar. Üst dudakları yarık alt dudakları ise yara izlidir. İnsanlar tarafından tanınmamak için burunlarını ve dudaklarını bakırda yenlerle kapatırlar. Her albısın kendine has ismi vardır.

Karabasan olarak da tanımlandığı bilinmekle birlikte, Başkurtlara göre memelerini omzuna atmış bir kadın figürü olarak tanımlanmaktadır. Gece vakti uyuyanların üzerine çöküp, onların ağızlarına memelerini koyarak nefeslerini kestiği söylenmektedir. Albastı atları izler. Geceleri atları çaldığına inanılır, at sahipleri sabahları atlarını ter içinde ve yeleleri örülmüş şekilde bulunduğunu belirtir. Al karısı vakası coğrafyamızda sıkça görülmektedir. Örneğin Al karısının musallat olduğu ata karasakız gibi yapışkan materyal sürülüp yakalanır. Yakalanan al karısına ekmek yaptırılıp üzerinden atlatılır ve böylelikle ekmeğin çoğaldığı söylenir. Daha sonra yakalayan kişi al karısına yedi kuşağına bulaşmaması için yemin ettirir. Daha sonra serbest bırakılan Al karısı yakınlarda bulunan bir ırmağa girip oradan uzaklaşır. Hatta Albastı’nın serbest bırakılması halinde ekmeğin çoğalması örneği gibi bereketlendirme ritüeli de onun eski ocak koruyucusu görevinden kalma olduğu söylenebilmektedir.

Al karısından korunma yöntemleri olarak odada erkeklerin bulunması, yakın alanlarda demir eşyaların saklanması, “kırmızı/al” renkli içeceklerin içilmesi, lohusa kadının başına kırmızı kurdele bağlanması ya da üzerine kırmızı bir yemen örtülmesi al karısından korunma yöntemlerinin başında gelir. Ki demir burada özellikle dikkat çekmelidir çünkü bilinir ki Erlik Han da demirci şamanlardan korkar. Demirin de bu bağlamda kötü ruhlardan koruduğunu öğrenmiş oluyoruz. Ölülerimizin üzerine demir materyal bırakmamızın sebeplerinden birisi de budur. Genel itibariyle Türk mitolojisindeki demonik varlıklar demirden ve demircilerden korkmaktadır. Demir kültü aynı zamanda, anaerkil düzenden ataerkil yapıya geçişte ortaya çıktığı söylenmektedir. Hatta Anadolu’da bazı yerlerde yeni doğum yapmış kişinin evinin çatısına dikenli dallar yerleştirildiği de bilinmektedir. Bazı yörelerde sarışın olduğu söylenmektedir ve Hal karısı olarak da adlandırılmaktadır. Örneğin Konya’da geceleri insanlara saldırmak için keçiye veyahut kediye dönüştüğü söylenmektedir. Bir inanışa göre de canının topuğunda olduğu ve bunu boncuk formuna dönüştürüp başka bir albastıya emanet edebilme özelliği vardır. Esasen albastı su, hayvan ve antropomorflaşarak insan kılığına girme olarak üç ana serüvende tasvir edilmiştir. Albastının hayvan ya da insan kılığına girme durumunu “cin misyonu yüklendikten” sonra geliştiğini düşünmek mümkün olmaktadır.

Eskinin dini günümüzün mitolojisi olarak baktığımız bu sosyal bilimler çerçevesinde özellikle Al karısı hususundan bile İslamiyet öncesi Türklerde, kadını aşağılama ya da onur kırıcı bir şekle büründürme görülmemiş,  evden kovulduğu “ataerkil” döneme geçişte al karısının kötücül tanrıça formuna dönüştüğünü görmekteyiz. Fakat kurdele hususunda ise yine kendi insanlarını kötücül varlıktan koruma içgüdüsünün geliştiğini de söylemek mümkün olmaktadır. Bu bağlamda bizler yaşadığımız topraklarda “kültürel” olarak özümüze dönerek, olumsuz koşulların üstesinden gelebiliriz. Bu demek değildir ki “hadi Ötüken’e dönelim tekrar baştan başlayalım.” Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Kültür hafızası artık DNA’ya işlemiştir ve nesiller boyu bir noktada vücut bulacaktır. Büyüklerimizin dua yerine “çok alkış eyledim evladım” demesi gibi. Aynı evimize astığımız üzerlikler gibi. Burada yapılacak olan öncelikle kendimizi ve kültürümüzü tanımak olacaktır ki biz ancak bu “kötü” Türk kültürü propagandasını aşalım.

Kültür kimilerinin söylediği gibi içi boş bir kelime değildir, bir milleti millet yapan ana unsurdur, medeniyetimizin temel taşıdır. Bu temel taşın özünü anlamak, anlatmak ve yaymak biz Türk gençlerine düşmektedir.

 

 

 

KAYNAKÇA

BAYAT Fuzuli, “Türk Mitolojik Sistemi 2” Ötüken Neşriyat,2018

BİLGİLİ Nuray, “Türklerde 5 Element” Kripto Yayınları, 2019

BORATAV Pertev Naili, “Türk Mitolojisi Oğuzların-Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi”, BilgeSu Yayıncılık, 2016

ÇORUHLU Yaşar, “Türk Mitolojisinin Kısa Tarihi, Alfa Yayıncılık, 2019

DİLEK İbrahim, Türk Mitoloji Sözlüğü,TDK, 2021

GÜLTEPE Necati, “Türk Mitolojisi”, Kapı Yayınları, 2017

KOÇ Saadettin, Türklerde Kadın ve Hüseyin Nihal Atsız’ın Tarihî Romanlarında Kadın Motifi

ÖGEL Bahaeddin, “Türk Mitoloji II. Cilt” TTK,2014

SARPKAYA Seçkin, YALTIRIK Mehmet Berk, Türk Kültüründe Vampirler “Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri, Karakum, 2022

 

2024-03-09 Senem Karabulut

Türkler ölüyor

30 yıl önceydi. Çocuktum. Dün gibi dehşeti hatırlıyorum. Televiyzon başında Almanca okunan haber bugün bile kulaklarımda çınlıyor: ‘’Nie wieder’’ (Bir daha asla) diyordu muhabir. Bir daha asla. Ders alındı zannediyordum. Bir daha asla yabancı düşmanlığı yapılmayacaktı, bir daha yuvalar yakılmayacak,...

Harun Reşit Aydın 2024-04-07