gundem

BAAS SONRASI IRAK’TA ÇÖKEN KAMU OTORİTESİ VE KİMLİKSEL AYRIŞMA

Oğuz Kaban




Modern Irak, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin mandası altında, Osmanlı İmparatorluğu’nun vilayetleri olan Basra, Bağdat ve Musul vilayetlerini birleştirmesiyle kurulmuştur. Sınırlar sömürgeci güçler tarafından çizilen Irak’ta hem bu sınırların hem de Irak’taki iktidar yapılarının belirlenimi toplumsal taleplerin bir ürünü olmaktan ziyade Batı’lı sömürgeci güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. 1921 yılında Kral Faysal’ın ülkenin başına getirilmesiyle 1958 yılına kadar sürecek olan Monarşi yönetimine sahne olacak Irak’ta, 1958 yılında General Kazım darbeyle Monarşiye son vermiş ve 1968 yılında Baas’ın iktidara gelişene kadar bir darbeler dönemi yaşamıştır. 

Orta Doğu devletlerinin büyük bir kesiminin sömürgeci devletlerin desteği ile oluşması, o ülkelerdeki iktidar yapılarını doğrudan etkilemiştir. Neopatrimonyalizm ile kavramsallaştırılan iktidar yapısının en önemli sonucu güvensizlik nedeniyle lider odaklı devlet örgütlenmesinin ön plana çıkmasıdır. Liderin ve onun ilksel kimliğine dayalı cemaat örgütlenmesinin devlet kurumları nezdinde gelişmesi Batı tipi ulus devletlerde görülen uluslaşmanın gerçekleşmemesine ve hükümetlerin kendi iktidarlarını korumak için güvenlik politikalarına öncelik vermesine yol açmıştır. 1968 yılında Irak’ta darbeyle iktidara gelen Baas Partisi de benzer şekilde ülkede belli bir grubun tüm gücü eline aldığı bir parti devleti yapısı kurmuştur. 1979 yılında Saddam Hüseyin’in başa gelmesiyle birlikte bu yapı yaşanan bir takım gelişmelerin de etkisiyle Tikrit merkezli neo-patrimonyal bir yapıya bürünmüş ve toplumsal meşruiyetini de iyice zayıflatmıştır. 

ABD’nin 2003 yılındaki müdahalesinden sonra Irak’taki bu meşruiyet sorunu toplumun büyük kesimi tarafından işgale karşı direnişin önüne geçerken toplumun bir kesimi de 1968 yılından beri var olan ayrıcalıklarını kaybetme korkusuyla kısa süre sonra işgale karşı direnişe geçmiştir. Özellikle ABD’nin işgalden sonra ortaya koyduğu Baas’sızlaştırma politikası sonucunda sistem dışına itilen çoğunluğu Sünni’lerin oluşturduğu kişiler bu direniş hareketinin de temelini oluşturmuşlardır. Öte yandan ülkede yıllarca devlet bürokrasisine hakim olan Baas’ın tasfiyesi ile birlikte zaten zayıf olan devlet kurumsalllığı da tamamen ortadan kalmış ve Weberyan anlamda tek meşru güç kullanma tekeli olan devletin yerini çeşitli milis kuvvetler ve terör örgütleri almıştır. Çetin bir iç savaşa sürüklene Irak bu şartlar altında yeniden bir devlet kurumsallığı inşaa etmeye çalışsa da çeşitli sebeplerden dolayı bu yapı inşaa edilememiş ve ülke bugün hala terörün, istikrarsızlıların ve ekonomik zorlukların hüküm sürdüğü, dış müdahalelere açık bir ülke olma özelliğini sürdürmektedir. 

ABD işgalinden önce Irak’a dair beklentiler işgalden sonra her gün yerini olumsuz bir havaya bırakmıştır. İşgal sonrası ülkede ortaya otorite boşluğu sayesinde anarşi ve kaos her geçen gün yükselmiştir. Bu durumun birçok sebebi olmakla birlikte özellikle ABD’li siyasiler ve bürokratların işgal sonrasına dair plansızlıkları ve Irak’ın toplumsal yapısına dair eksik bilgileri önemli rol oynamıştır. Ülkede yaklaşık 35 yıllık bir Baas yapısının olması ve yukarıda da değiildiği özellikle Saddam Hüseyin sonrası çeşitli sebeplerle bu yapının neo-patrimonyal bir yapıya bürünmesinin yarattığı toplum devlet ilişkisi göz ardı edilmiştir. İkinci olarak Irak gerek etnik gerek dini yapısı gereği ortadoğunun bir yansıması gibidir ve bölgede diğer ülkelerin Irak’taki etnik ve dini gruplarla tarihsel bağları düşünüldüğünde dışarıdan müdahalelere açık bir ülke olarak ön plana çıkmaktadır. ABD işgal sonrası ortaya koyduğu uygulamalarda Irak’ın bu yapısını çoğu zaman dikkate almamıştır. Öte yandan uzun yıllardır ambargolar altında zayıflamış devlet yapısı işgalle birlikte baas’ın da tasfiye edilmesiyle neredeyse tamamen çökmüş ve ülke sınırları kontrol edilemez hale gelmiştir. Bu durumun yarattığı en büyük sonuçlardan biri işgal sonrası ülkeye doluşan yabancı terörist savaşçılardır. Özellikle El-Kaide bağlantılı bu savaşçılar işgal sonrası Irak’ta ortaya çıkan kaos ve iç savaşın en önemli sebeplerinden ve aktörlerinden biri olmuştur.

İşgalin ardından kurulan Geçici Koalisyon Yönetiminin başına getirlen Amerika’lı diplomat Paul Bremer ilk icraat olarak baas mensubu olan devlet görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırma sürecini başlattı. “Ba’assızlaştırma” olarak adlandırılan bu süreçte Bremer’in amacı Baas dönemine ait devlet personelini tasfiye etmek asker ve polisleri terhis etmekti. Bu bağlamda ordudan ve polis teşkilatından yaklaşık 385 bin kişi terhis edilirken diğer kamu çalışanlarıyla birlikte yaklaşık 750 bin kişi tasfiye edilmiştir. Böylelikle Irak’ta kamudaki yetişmiş insan gücü tasfiye edilmiş bu durum işgal sonrası ortaya çıkan otorite boşluğuna doğrudan tesir etmiştir. Özellikle geçimini güvenlik birimlerinden sağlayanların bir anda işsiz kalması, bu insanların yeniden topluma entagrasyonunu zorlaştırmıştır. Çünkü bu insaların çoğu hayatları boyunca askerlik ve polislikten başka iş yapmamış dolayısıyla bir mesleği olmayan insanlardı. 

Irak gibi yıllarca parti devlet rejiminin hüküm sürdüğü ülkede toplum ile devlet arasındaki bağın temel dayanak noktasını oluşturan Baas’ın tasfiyesi özellikle Sünniler arasında büyük tedirginlik yaratmıştır. Yıllarca devletten olan taleplerini parti aracılığıyla sağlayan bu insanların devletle olan ilişkisi bir anda kesilmiştir. Yukarıda da değinildiği üzere Baas sonrası ülkede ortaya çıkan kaos ve anarşi ise zaten devlet ile bağı kopan Sünni’leri silahlı grupların kucağına itmiştir. Diğer taraftan yıllarca iktidarın dışında tutulan ve ülkenin çoğunluğunu oluşturan şiiler ise ülkede yaşanan otorite boşluğunun da sayesinde milis örgütler aracılığıyla sünnilere yönelik rövanşist bir tutum sergileyerek ülke son derece yıkıcı bir şiddet sarmalının içine doğru itilmiştir.

ABD’nin işgalden sonra kurmaya çalıştığı yapı Irak’a barış ve demokrasi getirmek bir yana toplumu kimlikler üzerinden iyice ayrıştırmış ve ülkede ciddi bir güvensizlik sorunu ortaya çıkarmıştır. Zaten yıllarca tek parti yönetimi altında sivil toplumun gelişmediği bir ülke olarak Irak’ta 2003 sonrası kurulmaya çalışılan demokratik düzen dini ve etnik kimlik ve ilişkileri zayıflatmak yerine daha da güçlendirmiştir. Etnik, dini ya da mezhepsel alt kimliklerin yanı sıra aşiretçilik ve bölgeselcilik gibi diğer etkenler federal yapıyla birlikte yerelleşmeyi beraberinde getirmiştir. İşgalin ortaya çıkardığı zayıf merkezi devletin yanında yerelleşmenin güçlenmesi, kaotik bir devlet yapısının oluşmasına sebep olmuştur. Zaten yıllarca Baas diktatörlüğü ve ekonomik ambargolar altında ezilen Irak halkı ile devlet arasındaki bağ kopma noktasına gelmiştir. Ülkede var olan rüşvet ve yolsuzluklar iyice artmış yıllarca çatışmaların yaşandığı birçok şehirde altyapı çökmüştür. Bugün Irak’ta temel kamu hizmetlerinin büyük bir bölümü tam olarak yerine getirilememektedir. Genç işsizliğin yüzde kırkları bulduğu Irak’ta BM verilerine göre yaklaşık on milyon insan su sıkıntısı çekerken yine birçok vilayette elektrik sıkıntısı yaşanmaktadır. Öte yandan 2003 sonrası yaşanan iç savaş sebebiyle milyonlarca insan ya ülke içinde yer değiştirmiş veya başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Tüm bu faktörler Irak’ta istikrarlı bir siyasi sistem kurmayı zorlaştırmaktadır 

2003 yılında Saddam Hüseyin'in düşüşünün ardından Irak -anlaşmalı demokrasi denilen- orantılı iktidar paylaşımına dayalı bir siyasi sistem benimsemiştir. Bu sisteme göre, başbakanlık görevi Şii topluluğuna mensup bir kişi tarafından, meclis sözcülüğü görevi Sünni bir kişi tarafından, cumhurbaşkanlığı görevi ise Kürt topluluğuna mensup bir kişi tarafından yerine getirilmekte ve böylece ülkede siyasal yapı baskın olan üç etnik gruba/mezhep tarafından paylaşılmaktadır. Ancak bu sistem içerisinde Şii’lerin kontrol ettiği Başbakanlık makamı yetkileri büyük ölçüde kendinde topladığı için Sünni ve Kürt’lere merkezi hükümet içindeki makamları sembolik kalmaktadır. Siyasal gücün merkezileştiği Başbakanlık koltuğu için Şii gruplar içinde paylaşılamamaktadır. Başbakanlık görevi için birbiriyle rekabet eden esas aktörler ise: İran yanlısı blok ve Irak'ın bağımsızlığının ve egemenliğinin güçlendirilmesine odaklanan milliyetçiler. Bu durum ülkede istikarlı bir siyasal yapının oluşmasını engellemektedir. 

Irak  ülkenin her tarafında faaliyet gösteren devlet dışı silahlı aktörlerin varlığı, İran ve ABD başta olmak üzere dış güçlerin etkisi, kamuda yaşanan büyük yolsuzluklar ve ekonomik kriz, 2003 sonrası yaşanan çatışmalarda harabeye dönen şehirler ve çöken alt yapı, ülke içinde yerinden edilmiş milyonlarca göçmen ve istikrarsız siyasal sistem gibi devasa sorunlarla karşı karşıyadır. Irak’ı gelecekte bekleyen en büyük tehlike ise tüm bu sayılan sorunlardan daha da önemlisi ve bir anlamda tüm bu sorunların hem sebebi hem de sonucu olarak Irak’ta toplumda kimlikler üzerinden derin bir kopuşun yaşanmış olmasıdır. Yaşanan bu kopuş yukarıda sayılan sorunların çözümünü de bir anlamda imkansız kılmaktadır. 

2024-02-09 Oğuz Kaban

Türkler ölüyor

30 yıl önceydi. Çocuktum. Dün gibi dehşeti hatırlıyorum. Televiyzon başında Almanca okunan haber bugün bile kulaklarımda çınlıyor: ‘’Nie wieder’’ (Bir daha asla) diyordu muhabir. Bir daha asla. Ders alındı zannediyordum. Bir daha asla yabancı düşmanlığı yapılmayacaktı, bir daha yuvalar yakılmayacak,...

Harun Reşit Aydın 2024-04-07