Hava kuvvetlerimiz 2000'li yılların başlarında gelecek projeksiyonu yaparken, uzun yıllardır kullandığı Amerikan menşeli platform alışkanlığı sebebiyle, bir çok farklı uçak modeli arasından, F-35 projesini seçerek, bu çok uluslu projeye ortak olmuştu. O dönem için değerlendirildiğinde, eskiyen F-16 filosu ama daha da önemlisi, hesaplamalara göre son modernizasyonu Israil’de gerçekleştirilmiş olan F-4’lerin, 2020li yıllara gelirken tamamen envanterden çıkartılması gerçeğini göz önünde bulundurarak, yeni bir yol ayrımına geldiği belliydi.
Bu doğrultuda, Hava kuvvetlerindeki F-16 ve önceki nesil Amerikan uçaklarının verdiği rahatlık, konfor ve başarı oranının üzerine, daha ileri seviyede yetenek kazandıracak platformlar karşılaştırıldığında, henüz dünyada daha yeni başlamış ve teknolojik olarak sadece o dönem için ABD’nin başarabileceği bir atılım olduğunu düşünerek, 5. Nesil bir savaş uçağına geçmeye karar kılmıştı. Dönemsel olarak muadilleri tam olarak sayılmasa da, elindeki var olan yetenekler üzerine çok fazla bir şey katması mümkün olmayan Amerikanın 4. Nesil uçakları ile, yine 90lı yıllarda gelişim sürecini tamamlamış, Avrupalı muadilleri Eurofighter, Rafale gibi uçaklar, ilgimizin dışında kalmıştı.
Her ne kadar siyasi, bürokratik ve de ordu içerisinde Amerikan menşeli savunma ürünlerine karşı özellikle haklı siyasi sebeplerden ötürü bir ön yargı oluşmaya başlamış olsa da, yıllar içinde gelişmiş aşırı bağımlılığı aşabilmek, en azından o dönemki muadillerinin henüz test edilmediği gerçeğine baktığımızda, çok riskli olarak algılanıyordu. Dolayısıyla ana düşünce, F-35 projesinin bizim için ABD ile girilecek son büyük proje olarak görülüp, bu projeden olabildiğince fazla üretim/arge kabiliyetleri kazanarak, ona ek olarak geliştirilecek milli bir savaş uçağı ile yedeklemek, ilerleyen yıllarda da elde edilen bu havacılık tecrübesi sayesinde, bağımsız bir yola girme hayali vardı.
Elbette bu arada bizim gibi önemli bir hava gücüne sahip bir ülkeyi ve böylesine büyük bir pazarı kaçırmak istemeyen Avrupalı firmalar, en başta da Eurofighter, son 20 yıl içinde bize defalarca Italya, Ingiltere gibi konsorsiyum üyeleri tarafından teklif edildi. Ancak F-35 projesine dahil olmuş, ciddi bir üretim kabiliyeti kazanmış, yakın dönemde 5. Nesil kapasitesine ulaşacak bir hava gücü olarak, hem F-16 modernizasyonu planı, hem de daha sonrasında start alacak Milli Muharip Projesi göz önüne alındığında, ayrıyeten daha üstün bir kabiliyet kazandırmayacak Eurofighter uçağına çok sıcak bakılmadı. Eurofighter uçaklarının en azından o dönemki astronomik fiyatları, bakım ve idame konusunda çok zorlu bir platform olması da, bu kararları etkileyen diğer faktörler arasındaydı.
O zamandan bu zamana, köprünün altından çok sular aktı. Batılı müttefiklerimizle yaşadığımız bir çok dış diplomasi sorunları, yazılı olan ya da olmayan bir çok farklı ambargoya maruz kalmamız, Suriye meselesi ve en son ABD ile yaşanan S-400 krizi, 2010lu yılların sonuna gelindiğinde, o dönem yapılan planların tamamını maalesef değiştirdi. Önce ABD’nin bizi F-35 projesinden haksız bir şekilde çıkartması, uçaklarımızı rehin alması, üretim ortaklığından uzaklaştırması, ama aynı anda diğer batılı NATO müttefiklerimizin bize Suriye operasyonu sonrasında uyguladıkları ambargolar, planların tamamının değişmesine ve yeniden bir konsept üretilmesine sebep oldu.
Bu sebepten ötürü, biz tekrardan ara dönemi aşabilmek ve MMU gibi projelerin biterek operasyonel hale geleceği döneme kadar, kendimize alternatif arayışına girdik. Alternatifler arasında, maliyet/fayda ilişkisi yönünden en avantajlı olan, daha önce kullandığımız ve tecrübemizin olduğu, F-16’nın en son versiyonu olan Block 70 için 40 uçak siparişi geçip, 79 adet civarı da modernizasyon kitini ABD’den istedik. Yaklaşık 800 günü aşan pazarlık sonrası, nihayet geçen günlerde kongreden onayı geçti. Ancak son yıllarda ABD ile yaşadığımız güven sorunları çerçevesinde, tekrardan ambargo yeme tehlikesi, Yunanistan’ın F-35 alarak kabiliyetlerini önümüzdeki yıllarda inanılmaz derecede artırma ihtimali, üstüne Rafale uçaklarını eklemesi ve tek bir yere bağımlılığı en azından minimuma indirmek için, Savunma Bakanlığı, Eurofighter konusunda halen ısrarlı gözüküyor.
Aslında bu mesele F-35 projesinden çıkartıldıktan hemen sonra, Ingiltere’nin öncülüğünde bir arka kapı diplomasisi olarak sürekli devam etti. Yani dün masamıza gelmiş bir konu değil. Buna zamanla Ispanya da dahil oldu, ancak ortaklardan bir diğeri olan Almanya ile konuyu görüşme şeklimiz, onların daha önceki ambargoları ve tavırları sebebiyle, biraz mesafeli oldu. Çünkü aynı dönemde yine İngiltere’nin, Suudi Arabistan’a teklif ettiği yeni Eurofighter’lar için Almanya bloke koymuştu. Bunu bildiğimiz için, resmi teklifi direk olarak yapmaktansa, uzun zamandır konuyu sadece nabız yoklama seviyesinde yürüttük ve önceliğimizi F-16’!arın onayını alabilmek için verdik.
Konu ile ilgili daha çok az bilgi varken, bundan iki yıl önce sosyal medya hesabım üzerinden yazmıştım. Konuştuğum Airbus Defence ve Eurofighter Jagdflugzeug GmbH kaynakları, bizimle dirsek temasının sürdüğünü ve belli teknik, ekonomik konuların görüşüldüğünü teyit etmişti. Ancak bununla beraber, henüz resmi bir talebin Türkiye tarafından iletilmediğini de eklediler. Bu resmi talep, bugüne kadar ilginç bir şekilde henüz gitmedi. Iki yıl boyunca Ingilizler bunu dillendirdi, hatta buradaki her ziyarette konuşuldu, üstüne Ingiltere Eurofighter uçaklarını yakından görmemiz için tatbikata gönderdi ama bir neticeye varılamadı.
Bunun bir çok sebebi olabilir, belki siyasi olarak bir ‘’blöf’’ yapıldı, ya da önceliğimiz olan F-16’ların gidişatı önce görülmek istendi. Ama bunlar olurken, bundan birkaç ay önce, sayın Cumhurbaşkanının Almanya’da ‘’biz Eurofighter istiyoruz, ancak Almanya bunu engelliyor’’ yorumu, Alman siyaseti, medyası ve kamuoyunda şok etkisi yarattı, çünkü daha önce bu konu hiç gündeme gelmemiş, bununla ilgili bir yazı yazılmamıştı. Yani kısacası, böyle bir ‘’hayır’’ aslında resmi olarak yoktu. Muhtemelen, o ziyaret çerçevesinde, kendisine verilen platformu kullanarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir taktiksel hamle yapmaya çalıştığını düşünüyorum.
Yine geçen sene görüştüğüm Alman hükumeti yetkilisi, ben konuyu açtığımda, bundan haberleri olmadığını ancak böyle bir resmi talep gelirse, özellikle değişen konjonktür, yani Ukrayna savaşı meselesi, Mülteci akını, Suriye’de var olmaya devam eden riskler göz önüne alındığında, Türkiye ile daha yakın çalışma isteği ve arzusu olduğunu, dolayısıyla Eurofighter için onayın çok zor olmayacağını düşündüğünü belirtti. Genel itibari ile her ne kadar Türkiye’de haklı olarak Alman merkez solu çok fazla eleştiri oklarını üzerine çekse de, iktidara geldiklerinde, Hristiyan Demokratlara nazaran bu tip olaylarda çok daha oportünist yaklaşımları var, bunu da unutmamak gerekir. Yani eğer bu uçakları gerçekten alacaksak, içinden geçtiğimiz süreç, böyle bir karar için en uygun konjonktür.
Ben, Eurofighter ve F-16 tartışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği 2023 yılı içerisinde, defalarca, bizim Eurofighter alma ihtimalimizin F-16’dan çok daha yüksek olduğunu belirtmiştim. Çünkü ABD ile yaşanan gerilimlerin direk olarak iki ülkenin bölgedeki çıkar çatışmasından kaynaklı olduğunu unutmamak gerekir. Avrupa ama en başta Almanya ile yaşadığımız sorunlar, daha çok ikincil kaynaklı ve çözülemez noktada değiller. Bunun üstüne bir de Alman savunma sanayisinin son yıllarda hükümetin veto haklarını çok hor kullanmasından kaynaklı artık isyan derecesine geldiğini ve bu manada aksiyon almaya başlaması, siyasiler üzerinde ciddi baskı yaratmaktadır.
Geçen günlerde Türkiye’nin Isveç’in Nato üyeliğine onay vermesi, ardından ABD’nin uzun tartışmalar ve pazarlıklar sonunda F-16 için yeşil ışık yakması, Almanya üzerinde ayrı bir pozitif baskı yarattığını da görmek gerekir. Zaten diğer konsorsiyum üyeleri olan Italya, Ispanya ve Ingiltere’nin, Almanya’ya uzun zamandır ciddi baskı yaptığını ve sonunda Suudi Arabistan’a satılacak uçaklar için Alman hükümetinin onay vereceğini açıklaması, bizim içinde olumlu bir gelişme olarak algılanmalıdır. Suudi Arabistan için Almanya daha hükümetin yeni kurulduğu dönemde, kendisini yazılı bir anlaşma çerçevesinde bağlamıştı. Türkiye ile ilgili ise böyle bir resmi durum da yok.
Dolayısıyla, benim tahminim, aldığım izlenim, konuştuğum konuya yakın insanların beyanları, Türkiye’nin resmi teklifi gelirse, başvurunun en azından ABD-F16 meselesindeki kadar uzun bir sürüncemeye girmeyeceğini, kısa zamanda sonuca bağlanacağını gösteriyor. Elbette bu değerlendirmeler ve iddialar, bizim Almanya ile yakın zamanda ön görülemez açık ya da kapalı, ciddi bir sürtüşmeye girmediğimiz durumlarda geçerlidir. Onun haricinde, diplomatik gidişat pozitif yönde ilerliyor diyebiliriz.
Umarım göz bebeğimiz olan milli KAAN projesinin operasyonel hale geleceği güne kadar, en azından ara dönem için, hava gücümüzü yeni F-16’lar ile güçlendirdikten sonra, Eurofighter ile de ilerletmek ve çeşitlendirmek mümkün olur. Özellikle de dünyada gelişen bu kadar bölgesel risk faktörü varken ve komşularımızın birçoğu filolarını yenilerken, bu bizim gideceğimiz en akıllıca yol olur. Bugüne kadar sözde müttefiklerimizin bize yaşattığı sorunları da görerek, ne kadar uçak ya da platform alırsak alalım, bağımlılığın bize ne kadar zarar verdiğini görmek ve gelecekte bir daha bu duruma düşmemek için, gereken her türlü önlemi de almak, bizim artık tek ve asli görevimiz olmalıdır.
2024-02-06 Harun Reşit Aydın