gundem

İsrail’in geleceği ve Filistin

Harun Reşit Aydın




Bu aralar batıdaki diplomatların bazılarının konuştuğu yeni konu şu:

Israil-Filistin meselesinin, iki devletli çözüm yerine, Filistinlilerin resimde olmadığı, üç devletli çözüm olarak ele alınması. ‘’Status quo’’ yerine, en eskiye dönmek:

‘’Mısırın Gazze'yi, Ürdün'ün ise Batı Şeria'yı kontrol etmesi.’’
Gelen bilgiye göre, Mısır ve Ürdün'ün bu konuya çok negatif bakmadığı, ancak arka kapı diplomasisinde tıkanan konuların, İsrail'in böyle bir durumda Kudüs'ün doğusunu ve Gazze'yi tamamen bırakmak istememesi, Ürdün ve Mısır kampında ise, Filistinli nüfusunun, eşit dağılımı olduğu. Yani, iki ülke yerine, bir kısmının da İsrail'de kalması. Bu çok uç bir fikir gibi görünse de, aslında, Israil-Hamas çatışmasının artık pek sürdürülebilir olmadığı konusunda bir çoğunun hemfikir olduğu ve artan jeopolitik risklerin, Ukrayna meselesi, Tayvan sorunu, Kızıldeniz ve ötesine giden lojistik hatların gün geçtikçe daha da tehlikeli hale gelen durumu ve gerçeği karşısında, kimsenin bu devasa meselelere, bölgesel çatışmaya kadar gidecek bir sorunun daha eklenmesini istememesidir.

Özellikle ABD'de, önümüzdeki seçimi kazanmak isteyen ve bu konuda artık epey zorlanacağı belli olan Demokratların, şu anda Ukrayna ve İsrail yardımları konusunda Cumhuriyetçiler tarafından kongrede sıkıştırılması ve konunun çözümü için, daha önce liberal çevrelere verdikleri Trumpist sınır politikasından vaz geçilmesi hususunda, mecburi geri adımlar atmak ve tavizler vermek zorunda kalacak gibi gözüküyorlar. Bu durumda zaten pandemiden bu yana iç politikada, kötü ekonomik veriler ile büyükşehirlerdeki orta ve alt sınıfları kaybetmeye başlayan Demokratlar, bir de bunun üstüne, göçmenler ve Müslüman seçmen ile hümanist kitleleri, Filistin üzerinden kaybetmek istemiyor. Bu geniş yelpazede, hangi konularda geri adım atarken, hangileri üzerinde daha baskın bir politika izleyecekler, elbette zaman gösterecek.

 

Ancak dış politikada, şahin kanatta yer alan Yahudileri zaten kaybetmiş bir Demokrat parti, artık Avrupalıları da rahatsız etmeye başlamış Israil’in tavrı nedeniyle, içeride en azından yukarıda bahsettiğim kitlelerden bazılarını tekrardan konsolide etmeyi, bu mesele üzerinden daha kolay bir kazanım olarak görebilir. Bunun tabii ki bahsedilen üç devlet üzerinden mi, yoksa Hamas’ın sistemden çıkartıldığı, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün idare ettiği bir Filistin devleti midir, yoksa mevcut durumun, biraz daha hafifletilip, soğumaya bırakılarak muhafazası mıdır, göreceğiz.

 

Bundan iki yıl önce, Trump’ın damadı Kushner tarafından icat edilerek, aslında son raundunun oynandığı varsayılan, Abraham Accords anlaşmaları, kısacası ortadoğu barış süreci olarak bilinen yakınlaşmanın, son imzaları olması beklenen Suudi Arabistan, Kuveyt gibi aktörlerin, iki aydır yaşananlar çerçevesinde geri adım atması, ya da sürecin tıkanması, ardından tam Türkiye ile buzlar eriyor dediğimiz noktada, Türkiye-Israil ilişkilerinin de rayından çıkması, Israil elitlerinin Netanyahu’yu önümüzdeki kısa dönem içerisinde omuzlarından atmasına sebep olabilir. Hatta bazı çevrelerce, gelinen durumun, Biden yönetimi ve bazı Yahudi güçlerin ve kurumların, en baştan beridir memnun olmadıkları Netanyahu’nun geri dönüşüne karşı, beraber hazırladıkları bir komplo olarakta tarif edildiği konuşulan bir gerçek.

7 Ekim saldırıları öncesinde, zaten daha fazla ‘’güvenlik vaadi’’ ile geri dönen Netanyahu, bu vaadini 7 Ekim’de olanlar sonrasında, savaş öyle veya böyle bittiğinde, orada yaşanan zaafiyeti, seçmen kitlelerine nasıl açıklayacak, açıkçası merak konusu. Çünkü daha şimdiden yapılan seçim anketlerinde, koalisyon hükumetinin seçim bugün olsa, açık ara kaybedeceği belirtiliyor. Böyle bir konjoktürde, üç devletli çözümün, ilerisi için kendi adına pek bir çıkış göremeyen Netanyahu hükumeti tarafından, ya da bizzat kendisi tarafından dillendirildiği bence kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu sayede, Filistinlilerin büyük bir bölümünü Mısır ve Ürdün’e dağıtmak için onlara birer ‘’toprak havucu’’ uzatarak bölüştürüp, hem Hamas’ı aklınca saf dışı bırakmış, hem de barış süreci için bir adım atmış gözükerek, kaybının bir kısmını toparlamak istiyor. Böyle bir politika ne kadar mümkün olur, Netanyahu diplomatların verdiği bilgiye göre, halen Gazze’nin bir kısmını ve Doğu Kudus’ü elinde tutmaya devam etmek istemesi halinde, hem komşu ülkeleri, hem de uluslararası camiayı nasıl ikna eder, onu zaman mutlaka gösterecektir. Işte tüm bu sorunlar yumağı içerisinde, üc devletli çözüm de, bugün mümkün gibi gözükmesede, önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız konjönktüre göre bir anda ete kemiğe bürünmesi, çok şaşırtıcı olmamakla birlikte, bunun tam tersi, kartların tamamının kaybettirdiği bir noktaya da gelebilir.

Suudi Arabistan’ın ele avuca sığmayan ve alışılmış gerçeğinin çok uzağında politika üreten yeni Prensi Salman’ın, göz göre göre ABD’ye meydan okuyarak Çin’e yakınlaşması, Iran ile arayı kısmen düzeltmesi. Biden yönetiminin, tüm Cumhuriyetçi baskıya rağmen, Iran ile yeni bir nükleer anlaşma peşinde koştuğu ve zamanın daraldığı. Olası bir Trumpist fikrin önümüzdeki seçimle beraber tekrar kazanarak, Rusya’dan fokusu çekip, Çin’e vermesi gerçeğiyle yüzleştiğimizde, belki çökecek bir Ukrayna hattı ile beraber, elinde tek dostu Birleşik Arap Emirliği ve Güney Kıbrısın kaldığı Netanyahu’lu Israil’in, nelerle karşılaşabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Kaldı ki, Suudi Prens Salman, beş yıl önce Katar’a uyguladığı ammbargonun daha sert bir şeklini önümüzdeki dönemde, arasının epeydir açıldığı BAE lideri Zayed’e uygular ve hatta işgale kalkışırsa, bu bölgede dengeler inanılmaz değiştiği gibi, Israil’in geleceği de ciddi tehlikeye girer.

Onun için, Israil’in 7 Ekim sadırıları sonrasında dünyaya açıkladığı iki ana hedefi olan, Hamas’ın tamamen yok edilmesi, rehinelerin kurtarılması gibi konuların, geçtiğimiz iki aydan fazla sürede, yanına bile yaklaşamaması ve 18,000’den fazla masum ölüme rağmen, Hamas’ın asli yönetim kadrosunun elini kolunu sallayarak hayatına devam etmesi, rehinelerin ise, en az yarısından fazlasının halen Hamas’ın elinde olması, Israil’in bugün her yeri bombalayarak galibiyet ilan etse dahi, yaşadığı inanılmaz prestij kaybı, gelecekte kendisini o masaya mecburi olarak oturtabilir. Ne kadar erken ve ne kadar gerçekçi çözüm olursa, kendileri için o kadar az hasar ve iyi olur. Aksi halde bu tavrıyla, 2030’larda meydana gelecek bir dünyada, Israil, eski dostlarını yanında bulamayabilir ya da o dostları, eski gücünde olmayabilir.

Işte o zaman, kendisi ve bölge için bir nevi küçük kıyamet olur. Çünkü iki aydan fazladır yaptıkları ile, kendilerine o gün geldiğinde, pek acıyacak dost, ne bu bölgede ve ne de dünyada bırakmadılar. Israillilerin, o günleri bugünden düşünerek, ya Netanyahu’yu sırtlarından atması ya da kendisini tekrardan aklı selime davet etmesi, çocuklarının geleceği için hayati önem taşıyor. Bunu farkına vardıkları an, çözüm iki devletli mi yoksa üç devletli mi olacak, daha kolay karar verilebilir..

2024-01-28 Harun Reşit Aydın

Türkler ölüyor

30 yıl önceydi. Çocuktum. Dün gibi dehşeti hatırlıyorum. Televiyzon başında Almanca okunan haber bugün bile kulaklarımda çınlıyor: ‘’Nie wieder’’ (Bir daha asla) diyordu muhabir. Bir daha asla. Ders alındı zannediyordum. Bir daha asla yabancı düşmanlığı yapılmayacaktı, bir daha yuvalar yakılmayacak,...

Harun Reşit Aydın 2024-04-07