gundem

Unutulan: Hint Müslümanları

Harun Reşit Aydın




Türkiye-Güney Asya ilişkileri (Pakistan, Hindistan, Bangladeş) tarihsel çok derin ve geriye giden bir dostluk ve kardeşlik göstergesidir. Dış Politika alanında pek dostun bulunmadığı ve çıkarlar ekseninde her konunun yürüdüğü gerçeği ortadayken, bu bölgedeki insanların, bu denli sıkı sıkıya bize bağlı olması, karşılıksız sevmesi, sanırım reel dünya siyasetinde pek bulunmayan, çok özel bir durumdur. Bunların içinde zamanla Pakistan ile kardeşlik ilişkisine girmiş, daha sonra yavaşta olsa Bangladeşte bu gruba dahil olmuştur. Ancak maalesef unutulmuş bir kardeş var ki, o da Hindistan içinde yıllardır temel hak ve özgürlükleri için mücadele eden Hint Müslümanlarıdır.

Bu sevginin elbette geçmişe dayanan çok önemli sebepleri var. Bir Türk imparatorluğu olan Babürlerin yüzyıllar boyunca adalet ve zenginlik içinde idare ettiği Hint alt kıtasında, özellikle Müslüman toplumu arasında Türklere karşı büyük bir bağlılık ve sevgi meydana getirmiştir.

Ancak Babür imparatorluğunun zayıflaması ve İngilizlerin sömürge politikaları ile Hindistan’a girişi, bölgenin Müslümanları içinde ciddi bir travma, yalnızlık yaratarak, bağımsızlık arayışına iterken, yine kendilerine yakın ve lider olarak gördükleri diğer bir Türk imparatorluğu olan Osmanlıya karşı ciddi bir sempati oluşmuş, onun vermiş olduğu Balkan, 1. Dünya ve Kurtuluş savaşları esnasında maddi ve manevi yardımlarını esirgememişlerdir.

Kendilerini Osmanlı hilafeti altında tanımlamaktan çekinmeyen Hint Müslümanları, ilk önce Balkan savaşında, Hint Kızılayı ile Encümen-i Huddâm-ı Kâbe gibi yardım kuruluşları ile nakdi yardım ve doktor, hemşire göndermiş, bunlardan en önemlileri ise, Abdurrahman Peşavari gibi şahsiyetlerdir.

1912’de eğitimini tamamladıktan sonra, Balkan savaşında bize tıbbi yardımda bulunmuş, savaş sonrası memleketine geri dönmeyerek orduya katılmış, birinci dünya savaşında önemli hizmetlerde bulunmuş, Kurtuluş savaşına katılmış ve 1920’de Anadolu Ajansı muhabiri olarakta görev yapmıştır. Abdurrahman beyi, Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Ankara hükumetinin ilk yabancı misyon elçisi olarak Afganistan’a atamıştır.

Abdurrahman Peşaveri (@Pesaveri) / X

Bunun gibi yüzlerce insan hikayesi var Hint Müslümanlarının. Yıllarca Güney Asya’da geçirdiğim süre içerisinde, bize o zorlu dönemlerde ciddi yardımlarda bulunmuş ve izini sürebildiğim birçok aileyi ziyaret etme imkânım oldu. Gerek Hindistan arşivlerinde yapabildiğim araştırmalar, oradaki tarihçilerin elindeki belgeler ve de isim, isim liste çıkartıp onun üzerinden ziyaret ettiğim, yardımda bulunmuş ailelerden yapabildiğim hesaba göre, bize Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş savaşı esnasında, Hint Müslümanlarının göndermiş olduğu nakdi veya nakde çevrilebilecek yardımların yaklaşık 2 milyon Pound’u bulduğu, bunun günümüz hesabına göre neredeyse 130 milyon Pound’a eşdeğer devasa bir rakam olduğunu da unutmamalıyız.

Oxford mezunu Mohammad Ali Johar ve kardeşi Maulana Shaukat Ali ile beraber, Hint Müslümanlarının önde gelenleri, Pir Ghulam Mujaddid Sarhandi, Sheikh Shaukat Ali Siddiqui, Dr. Mukhtar Ahmed Ansari, Raees-Ul-Muhajireen Barrister Jan Muhammed Junejo, Hasrat Mohani, Syed Ata Ullah Shah Bukhari, Mohammed Farooq Chishti, Maulana Abul Kalam Azad ve Dr. Hakim Ajmal Khan, All India Khilafat Commitee’yi kurmuş, meşhur Hilafet hareketi olarak Osmanlı Türk devletine bağlılığını ilan etmiş insanlar, daha sonra gösterdikleri etki sayesinde, Hindistan’ın babası olarak bilinen, Gandhi’nin dahil, bir kısım Müslüman olmayan ancak etkili Hint siyaset ve fikir adamını peşinden sürüklemiştir.

Dr. Ausari veya Haydarabad Nizamı gibi milyonlarca rupi gönderen Hint Müslümanlarının yanı sıra, asıl yardımın temelini oluşturan, benim de bugün hayatta olan ve bu hikayeyi anlatan kızının elini öptüğüm, Kurtuluş savaşımız esnasında tek altın kolyesini boynundan kopartıp gönderen, Lucknow’lu Meryem Asghar annemiz gibi, zor şartlar altında yaşamış, ancak gönlü büyük insanlar sayesinde askerimiz bizlere bugünkü paha biçilmez vatanımızı hediye etti. Dolayısıyla bu insanları unutmam mümkün değil.

Bağımsızlığımızı kazanıp Cumhuriyeti kurduktan sonra, her ne kadar kurucu irade oradaki bu sevgi dolu ve bize bağlı insanlar ile ilişkileri diri tutsa da, tüm çabalara rağmen orada yaşanan iç karışıklıkları durdurma imkanı bulamamış ve daha sonra İngiliz’in de müdaheleleri ile, halk birbirinden uzaklaşmış, Müslümanlar ile Hinduların beraber yaşama imkanı gün geçtikçe azalmıştır.

Önce Pakistan ve Hindistan din temelli olarak birbirinden ayrılmış, dünya tarihinin en acımasız mübadele kararına maruz kalmış, milyonlarca şehit Ganj nehrini kana çevirmiş, Keşmir anlaşmazlığı bugüne kadar bir ölüm mirası olarak kalmış, yetmedi, üstüne 1971’de bu sefer dil temelli çıkan Pakistan-Bengal savaşında, Bangladeş, Hindistan’ın da yardımı ile bağımsızlığına kavuşmuştur.

Bugün hepsini tanımış olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her biri ile yakın ilişki kurmaya çalışmış, bunlar arasında Pakistan ve daha sonra Bangladeş kardeş ülke olmuş, ancak Hindistan ile mesafe Indira Gandhi’nin Kıbrıs’ta Makarios tarafında yer alması ile aramız açılmış, bugüne kadar inişli çıkışlı bir ilişki grafiği izlememize sebep olmuştur.

Hint alt kıtasında üçe bölünmüş Müslümanlar tek bir ülke altında birleşmiş olsalar, şu an dünyanın en kalabalık nufüsa sahip Müslüman ülkesi olabilirdi. Ancak ne yazık ki, Pakistan ve Bangladeşteki Türkiye sevdalısı milyonlarca Müslüman kendi kaderini tayin etme hakkı varken, Hindistan içindeki 200 milyona yakın Müslüman yalnız kalmış, ötekileştirilmiş ve mazlumdur.

Bizler aylardır Gazze’deki çocuklara haklı olarak üzülürken ve ülkemizde mütedeyyin ve birçok hümanist grupların mangalda kül bırakmadıkları sosyal medya boykotları bir tarafta, ‘’benim öyle kardeşim’’ yok diye utanmaz tavırlarda bulunan şımarık Nazi meraklısı gençleri diğer tarafta görünce ve aslında dünya’da en çok Müslümanın son yüz yılda Hindistan içinde öldürüldüğünü düşündüğümüzde, elimizdeki diplomatik çaresizlik bir kenara, bu kadar umursamazlık, elbette fazlasıyla üzücü.

On yıllardır insanlar Gazze’yi en büyük açık cezaevi zannederken, aslında dünyanın en büyük açık cezaevi Hindistan yönetimi altında olan Keşmir bölgesidir. Gün geçmiyor ki bir Müslümanın evine asker girmesin, namuslarını kirletmesin, dövmesin, işkence etmesin. Gerçek rakamlara baktığımızda, yakın dünya tarihinde neredeyse Holokost soykırımını yakalamak üzere olan ve on yıllardır devam eden bu zülme, biz dahil dünyanın tamamı sessiz durumda, çünkü Hindistan bizim için ekonomik, dünya için ise Çin’e karşı bir denge olarak önemli gözüküyor.

Islamic body urges world to stop 'genocide' in Kashmir - Muslim Mirror

Her gidişimde, her adımımı attığımda atalarımızın izlerini takip etmek, hissetmek, onların kanlarını taşıyan, soylarından gelen, bize kalpten ve ruhtan bağlı, bizi karşılıksız seven, ‘’Türkiye’den geliyorum’’ dediğinde, çay ısmarlayan, yemek yediren, evine misafir eden, fakirlik içinde kavrulsa dahi, bir kuru ekmeğini seninle paylaşan, gözleri parlayan bu insanların hem tarih arşivlerimizden kaybolması, tarihçilerimizin yeterince umursamaması, diplomatik olarak birkaç yıl önce BM’de sadece söylemde kalan ‘’Keşmir eleştirisi’’ haricinde kaç Türk hatırlar bilemiyorum. Siyaset veya Sivil Toplum olarak ne kadar destek çıkabildik? Neredeyse Sıfır.

Bu yazıyı yazarken bile en az bir Hint Müslümanı hayatını kaybetti. Kulağındaki son küpesini Kurtuluş savaşında gönderen Teyzelerin torunları belki de açlık içinde kıvranarak hayatını kaybediyor. Dolayısıyla, büyük devlet, büyük millet iddiası olan bizlerin, Türkçülük veya Islam ülküsü, hangi dünya görüşünü koyarsan koy, düşmandan bu kadar konuşup şikayet ederken, henüz dostumuzu bile bilmediğimiz, hatta bazılarının aşağıladığı gerçeğini görerek, tarihten nasıl ders alacağız, bunu hakikaten sorgulamamız gerekir.

1926’da Osmanlının yıkılışının ardından Ingilizerin öncülüğünde ve Suud ailesinin de dahil olduğu, Medine’deki Halifelik meselesinin çözülmesi için toplanan heyetler arasında bulunan Hint ekibinden Ismail Khan’ın sözleriyle: ‘’Türk yoksa Hilafet yoktur. Biz başka hiçbir iradeye tabii olmayız !’’, ya da Suriye hattının yıkılması ile geri çekilmek zorunda kalan Türk ordusunun haberi, maalesef gecikmeli olarak iletildiği  için o dönem ki Haydarabad Nizamının yardımcısına kızarak: ‘’Allahın ordusu geri çekiliyor da bana neden haberi yeni getirdiniz? Biz günlerdir kılıcımız ile beraber uyuyoruz’’ diyen koca yürekli kardeşlerimizi en azından unutmamak ve hatıralarına saygıyı devam ettirmek, hatırlamak, sanırım her bir Türkün görevi olmalıdır.

Başucunda her daim Atatürk-Bozkurt kitabını bulunduran Pakistan’ın kurucusu Jinnah’ı, Muhammed Ikbal gibi şairleri hatırlarken, Hindistan’da kalmış diğer 200 milyon insan içinde umarım gün gelir, Filistin kadar duyar gösterir ve gerek diplomatik, gerekse de toplum olarak hak ettikleri yardımı ulaştırırız.

‘’Bâ Türk-i sitîze mi-kon ey mîr-i Biyâne

Çâlâkî ve merdânigî-i Türk iyanest

Ger zûd-i neyâî vü nasihat nekoni gûş

Ancâ ki ayânest çe hâcet beyânest.

(Ey Biyâne emiri! Türkler ile kavgaya girme; Türklerin çevikliği ve kahramanlığı malumdur. Çabuk gelmez ve öğüt dinlemezsen, malum olanı beyâna ne lüzum vardır.)

-Babür Şah-

Babürler, 15. Yüzyıl, Türk-Hint imparatoru)

Hepsini saygıyla anıyor, dua ediyoruz.

Teşekkürler.

 

Harun Reşit Aydın

2024-02-27 Harun Reşit Aydın

Türkler ölüyor

30 yıl önceydi. Çocuktum. Dün gibi dehşeti hatırlıyorum. Televiyzon başında Almanca okunan haber bugün bile kulaklarımda çınlıyor: ‘’Nie wieder’’ (Bir daha asla) diyordu muhabir. Bir daha asla. Ders alındı zannediyordum. Bir daha asla yabancı düşmanlığı yapılmayacaktı, bir daha yuvalar yakılmayacak,...

Harun Reşit Aydın 2024-04-07